KAYDUL

HUKUK


Makaleler » Ceza Hukuku »
Cuma, 19 Nis 2024

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Genel Gerekçesi

T.C.
Başbakanlık
Kanunlar ve Kararlar
Genel Müdürlüğü

12.5.2003

Sayı : B.02.0.KKG.0.10/101-540/2092

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza arzı Bakanlar Kurulunca 14.4.2003 tarihinde kararlaştırılan “Türk Ceza Kanunu Tasarısı” ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan 
Başbakan

GENEL GEREKÇE

1960'lardan bu yana ceza hukukundaki yeni ve demokratik gelişmelere yer vermek amacı ile Adalet Bakanlığınca, "Temel Kanunlarda Çalışmalar Yapmak Üzere Kurulacak Komisyonların Kuruluş ve Çalışma Usullerine İlişkin Yönetmelik" gereğince, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer'in Başkanlığında 14.1.1985 tarihinden itibaren sivil ve askerî Yargıtay üyeleri, savcılar, hâkimler, avukatlar, öğretim üyeleri ve Adalet Bakanlığı mensuplarının iştiraki ile üç komisyon görevlendirilmiştir :

1. 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlayan ve 14.1.1985 tarihinde kurulan Komisyon;

2. 1997 Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlayan ve 6.6.1996 tarihinde kurulan Komisyon;

3. 2001 Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlayan ve 21.12.1999 tarihinde kurulan Komisyon.

İlk Tasarı 1987 yılında gerekçesi ile birlikte yayınlandıktan sonra, çeşitli çevrelerden gelen eleştiriler toplanmış ve bütün görüşler değerlendirildikten sonra 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısı meydana getirilmiştir.

1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından bazı hükümler 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununa 21.11.1990 tarihli ve 3679 sayılı Kanunla nakledilerek kanunlaştırılmıştır. İkinci Komisyondan metnin yeniden gözden geçirilmesi istenmiş ve Başkanlığına Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer'i seçen bu Komisyon bir yıl süren çalışmalar sonunda metne yeni şeklini vermiştir. Bu metin, Kanun Tasarısı hâline getirilerek Bakanlar Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkolunmuş ve Adalet Komisyonunun gündemine alınmış ve bir Alt Komisyon kurulmuştur. 1999 yılında seçimlerin yenilenmesi üzerine Tasarı, Hükûmet tarafından, yeniden incelenmesi için geri çekilmiş ve yeni bir Komisyon kurulmuştur. Komisyon ilk iş olarak 1997 metnini bütün barolara, üniversitelere, Devlet kuruluşlarına ve başta Yargıtay olmak üzere adlî kuruluşların tümüne, Askerî Yargıtaya, Danıştaya göndermiş ve metin hakkında görüşlerin yazılı olarak bildirilmesini istemiştir. Gelen bütün görüşler değerlendirilmiş ve 11 çalışma toplantısında 24 gün çalışma yapılarak yeni bir metin meydana getirilmiştir. Bu metin Adalet Bakanlığınca tekrar bütün bakanlıklara, üst yargı kuruluşlarına, bir kısım Devlet teşkilâtına, üniversite ve barolara gönderilerek görüşleri istenmiş ve bu görüşlerin tümü Komisyon tarafından incelenip değerlendirildikten sonra 2001 Türk Ceza Kanunu Tasarısı meydana getirilerek Adalet Bakanlığına sunulmuştur.

Bu genel gerekçe, 1989 metnine ilişkin genel gerekçenin gözden geçirilmiş ve 2001 metnine uydurulmuş ve eklenen yeni hükümleri ayrıca içeren yeni bir metindir. Ceza hukuku biliminde ve mukayeseli kanunlarda yer alan yeni ilke ve esaslar 2001 Tasarısına ve gerekçesine yansıtılmıştır. Bu arada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun ile 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda yapılan değişiklikler de 2001 Tasarısına aynen yansıtılmış ve Tasarıya son şekli verilmiştir.

Avrupa ülkelerinde XVIII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni ceza kanunları yapma hareketlerine girişildiği ve XIX. Yüzyıl süresince bu hareketin yaygınlaşarak sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu dönemde meydana getirilen ceza kanunlarının ortak özellikleri arasında en önemlileri, cezalarda şiddetin, ölüm cezasının uygulandığı hâllerin azaltılması ve hürriyet ve haklara üstün yer verilmesi, işkence usullerinin kaldırılmasıdır. Bununla birlikte XIX. Yüzyılın başından itibaren meydana getirilen kanunlarda ağır cezalar yeniden itibar görmeye başlamış ise de XX. Yüzyılın ikinci yarısından sonraki dönemde cezalarda yumuşama akımı kendisini göstermiş ve bu hususta liberalizm ve hümanizm başlıca etkenleri oluşturmuştur. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun kaynağını teşkil eden 1889 İtalyan Zanardelli Kanunu, ilk şekli itibarıyla, bu akımların belirgin bir örneğini oluşturmuştu.

XX. Yüzyıla gelindiğinde Birinci Dünya Savaşından önceki dönemde gerçekleştirilen kanun değişikliklerinde ve meydana getirilen yeni ceza kanunu tasarılarında, Pozitivist teorinin etkileri açıkça görülmektedir. Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasındaki dönemde ise, ceza kanunları değiştirilmekle birlikte, bunları tamamlayıcı kanunlarla ikmal etme yolu da tutulmuş ve böylece genel ceza kanununun dışında belirli sosyal ve ekonomik alanlara ilişkin ve ceza hükümlerini içeren çok sayıda özel kanun meydana getirilmiştir. Bu tip kanunlara öğretide "ceza hükümlerini içeren tamamlayıcı kanunlar" denilmektedir. Bir alanın, çeşitli kısımları itibarıyla ve değişik hukuk dalları yönünden düzenlenmesi ve yaptırımları oluşturan cezaların da aynı bünyede yer alması suretiyle uygulayıcılara kolaylık sağlanması ihtiyacı ortaya çıktığından bu yol tutulmaktadır. Söz gelimi, uyuşturucu maddeleri çeşitli yönlerden düzenlemek söz konusu olduğunda, bunların doğal maddesini veren bitkilerin ekiminden imaline, dağıtımına, tekellerin yürütülmesine, ticaretine, kanun dışı sevk, nakil ve ithâline, satışına ve kullanılmasına ilişkin bütün hükümlerin ve yaptırımların hatta zorunlu ceza hukuku kurallarının, ayrı bir kanun içerisinde belirtilmesi, çeşitli yönlerden yarar sağlayacağından, bu hükümlere genel ceza kanunları bünyesi içerisinde yer verilmemesi yeğlenmiştir. Türk mevzuatının bazı konulardaki gelişmesi de bu yaklaşımı yansıtmaktadır.

XX. Yüzyılda İkinci Dünya Savaşına kadar geçen dönemde, gerek genel ceza kanunlarındaki, gerek tamamlayıcı özel ceza kanunlarındaki değişikliklerde kriminolojinin, suç ve ceza siyasetinin çok açık etkileri görülmektedir.

Gerçekten de Batıda XX. Yüzyıla ait ceza kanunu yapma ve değiştirme, tamamlayıcı ceza kanunlarını meydana getirme hareketleri özellikle, kriminolojik araştırmaların sonuçlarını göz önüne alan belirli bir suç ve ceza siyasetinin esaslarına dayandırılmıştır. Bir ülkede suça karşı toplumun tepkisini yansıtan ceza mevzuatının, mutlaka belirlenmiş, kısımları ve unsurları itibarıyla ahenkli bir yapıya sahip yeni bir sistem oluşturan ve fakat aynı zamanda değişen sosyal koşullara uydurulabilecek nitelikte esnek bir suç ve ceza siyasetine dayanması gerekir. Hâl ve koşullara tâbi olunarak veya bir kısım kamuoyunun yahut baskıların etkisi altında kalınarak meydana getirilmiş veya hükümleri değiştirilmiş bir ceza mevzuatı, bazı yazarların deyimiyle "panik mevzuatı", çağın müktesebatına uygun ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak hukukî bir araç oluşturamaz. Sözü edilen panik mevzuatı, toplumların, bazı tarih dönemlerinde suçu önlemekteki yetersizliklerinden, vatandaşların haklarını korumak hususundaki başarısızlıklardan kaynaklanmaktadır.

Ceza mevzuatı, çağın gereklerini ve yeniden oluşan millî ve insanlığın ortak değerlerini vurgulayan, insan haklarını ve toplumsal güvenliği korumayı hedefleyen bir "suç ve ceza siyasetine" dayandırılmalıdır.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 23 Haziran 1983 tarihli 361 inci toplantısında alınmış tavsiye kararı çerçevesinde kurulan özel komitenin meydana getirildiği ve 1984 yılında yayınlanmış bulunan Raporda, suç siyaseti şu suretle tanımlanmaktadır: "Suç siyaseti, suçlularla meşgul olarak ve suç mağdurlarının haklarını güvence altına alarak, toplumu suça karşı korumayı hedef alan cezaî veya diğer nitelikteki değişik tedbirler ve araçlardan oluşan politikayı ifade eder." Bir cümleyle belirtilmesi gerekirse, genel ve özel önleme dahil, suça karşı direnç ve mücadelede hedefleri belirlemek, araçları saptamak ve bunların ne suretle kullanılacaklarını göstermek, bunu yaparken insan haklarına saygıyı daima göz önünde bulundurmak üzere oluşturulan stratejiler ve bunların uygulanmaları sanatı, suç ve ceza siyasetini oluşturur ve ceza kanunları ve mevzuatı söz konusu siyasetin en başta gelen uygulama araçlarını oluşturacağından mevzuatın, suç ve ceza siyasetinde saptanmış ilkelere ve hedeflere göre düzenlenmesi gerekir.

İkinci Dünya Savaşına kadar olan dönemde Batı ülkelerinde uygulanan suç siyaseti çerçevesinde suçlu çocuklara, çocuk mahkemelerine, koşullu salıvermeye, tekerrüre, itiyadi suçlulara, hafifletici nedenlere, özel hukuk tüzel kişilerinin sorumluluğuna, denetimli serbestliğe, sosyal savunmaya, süresi kesin olmayan hükme ve diğer benzeri kurumlara ilişkin hükümleri kapsayan ceza kanunlarını tamamlayıcı özel kanunlar meydana getirilmiştir.

İkinci Dünya Savaşından ve özellikle 1960'lardan itibaren çok sayıda ceza kanununun geniş ölçüde değiştirildiği veya yerlerine yenilerinin konulduğu görülüyor: İtalyan Ceza Kanunu geniş ölçüde değiştirilmiş, Alman, Avusturya, İspanyol, Japon, Sovyetler Birliği, Doğu Bloku ülkeleri yeni ceza kanunları yapmışlardır. İsviçre yeni bir Ceza Kanunu Tasarısı hazırlamış ve 1992 yılında bunu yayınlamış bulunmaktadır. 1994 yılında yürürlüğe giren yeni Fransız Ceza Kanunu çağımız ceza hukukunun en gelişmiş bir eseri olmak özelliğini taşımaktadır.

Dağılan Sovyetler Birliği ceza hukukunun Marksist ilkelere bağlı olduğu bilinmektedir. Birliğin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu tarafından hazırlanan Ceza Kanunu 1 Ocak 1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Tasarının 2 nci maddesinin (1) numaralı bendinde hedefler şu suretle belirtiliyor: "Bu Kanunun ödevleri: Kişinin ve yurttaşın hak ve hürriyetlerini, mülkiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliğini, çevreyi, Rusya Federasyonunu anayasal düzenine yönelik suçlardan korumak, barış ve insanlığın güvenliğini sağlamak ve suçları önlemektir."

Batı ülkelerinde görülen ve yukarıda özetlenen kanunlaştırma hareketleri karşısında Ülkemizdeki durum şöylece belirtilebilir;

Ülkemizdeki Ceza Kanunu yapma hareketlerinin Tanzimattan kaynaklandığı bilinmektedir. Gülhane Hattı Hümayunu ile "mahsusen bir ceza kanunnamesinin tanzimi" öngörülmüş, 1856 Islahat Fermanında ise, aynı konuya değinilmekle birlikte hapis cezasının infazında insancıl esaslara uyulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu esaslar çerçevesinde yerli kanunlar olarak 1256 Ceza Kanunnamesi, sonra 1267 Kanunu Cedit meydana getirilmiştir. Her iki kanun da çok basit, hükümleri çok noksan metinlerden ibaret bulunduğu için bir işe yaramamış ve 1858 yılında, 1856 Islahat Fermanındaki emre uyularak 1810 Fransız Ceza Kanunu, Ceza Kanunnamei Humayunu adı ile aynen tercüme edilmek suretiyle 28 Zilhicce 1274 (1858) tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanun, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra da, İmparatorluktan ayrılmış olan ve bağımsız devlet hâline gelen bazı ülkelerde uygulanmaya devam etmiştir. Kanun değişik tarihlerde değiştirilmiş ve bunlardan en önemlisi 1341 yılında gerçekleşmiştir.

1926 yılında yürürlükten kaldırılan bu Kanunun yerine, 1889 İtalyan Zanardelli Kanunundan çok geniş ölçüde iktibas edilmek suretiyle, hâlen yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun getirildi. Kanun iktibas olunurken bir kısım hükümler 1274 Kanunundan yeni metne aktarılmış, bu yüzden hükümler arasında çelişkiler meydana gelmiş ve bu hâl Kanunun sık sık değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bugün de 1274 Kanunundan iktibas olunan bazı hükümler yürürlüktedir. Kanunun çeşitli maddeleri 62 defa değiştirilmiş ve bunların bazıları çok kapsamlı olmuştur. Bu Kanunun yerini almak üzere yapılan çalışmalardan yukarıda söz edilmişti.

Bir memleketin ceza kanunu, diğer bir ülkeden iktibas suretiyle meydana getirilecek olursa, zaman içinde hükümlerin değiştirilmesi ihtiyacının ortaya çıkması çok olağandır. Özellikle devlet ve toplumun ana ilkelerini, yeni sosyal değerleri korumak bakımından kaynak kanunda yeterli hüküm bulunmadığı için noksanların zaman içinde ceza kanununa eklenen hükümlerle veya kanunlarla tamamlanmasına ve yeni değerlerin böylece korunmasına çalışılacaktır. Ceza mevzuatında temel ihtiyaç, insanları, değişen değerlere çabuk uydurabilmektir.

Kaldı ki, demokratik bir ceza kanunu, ortaya çıkan ihtiyaçların baskısıyla veya gereği olarak gelecek kuşaklar tarafından mutlaka değiştirilir. Toplumun değerler sıralamasında meydana gelen gelişmelere göre, kanunun değişmesi, elbette ki, normal sayılmalıdır. Suç ve ceza siyaseti bakımından en önemli husus değişen değerleri fazla zaman geçirmeden ceza kanunlarına yansıtabilmektir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere, bütün bu değişikliklerin uygun şekilde tertiplenmiş bir suç ve ceza siyasetine göre yapılması gerekmektedir. Oysa bizde, sözü edilen kanun değişikliklerinin tümünün belirlenmiş bir suç ve ceza siyasetine dayanılarak gerçekleştirilmiş bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Yapılan değişikliklerin hiç olmazsa bir kısmının panik mevzuatı niteliğinde bulunduğu da söylenebilir.

Yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun üzerinde kısa bir irdeleme ve değerlendirme yapılacak olursa, özetle şu hususlar saptanabilir:

Her şeyden önce Kanunun dili üzerinde durmak gereklidir. Dil o kadar eskidir ki, değil günümüzde hukuk fakültelerinde okuyan gençler, hatta belirli bir deneyim kazanmış hukukçular bile Kanunda geçen bazı sözcükleri, anlamak şöyle dursun, doğru olarak telaffuz edememektedirler. Bir kısım hukukçuların artık anlayamadıkları bir dil ile yazılmış bir Kanunu, vatandaşların anlayıp algılayarak, hükümlerine uygun biçimde hareket etmesi, elbette ki, beklenemez.

Ayrıca şu hususa da işaret edilmelidir ki, Kanunun değişik tarihlerde geçirdiği değişikliklerde de, iktidarın anlayışına göre farklı bir dil kullanılmış, yerleşmiş hukuk terimlerinde bile değişiklik yapıldığı görülmüştür. Yürürlükteki 230 ve 240 ıncı maddelerin Türkçesi bu hususta çok belirgin bir örnek olarak verilebilir. Yine bu nedenle, Yargıtay kararlarında, yerleşmiş hukuk terimleri bile değiştirilmekte, bu bakımdan değişik dairelerin kararlarında farklı terimler kullanılabilmektedir. Bu hâl Ülkede hukuk birliği yönünden sakıncalar meydana getirebilir.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra çıkarılan özel kanunlarda, Kanunun hükümlerini bazen vurgulayan, bazen bunlarla çelişen ve bazen sadece aynı hükümleri kelime değişiklikleriyle tekrarlayan hükümler yer almış ve böylece duraksamalar ortaya çıkmıştır. Bu hususta son yıllarda gerçekleşmiş iki örnek ayrıca verilebilir:

Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, hiç şüphesiz Türk Ceza sisteminde çağdaş esasları vurgulayan büyük bir reform hareketini yansıtmaktadır. Ancak teknik bakımdan bu Kanun cezaların infaz tarzına ait esaslar dışında cezaların niteliğine ilişkin hükümler getirerek, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun bir kısım maddelerini örtülü olarak ilga etmiş ve bu bakımdan uygulamada duraksamalara neden olmuştur. Aynı suretle 7/11/1979 tarihli ve 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun da, çocukların ceza sorumluluğuyla ilgili esasa ilişkin hükümler getirmiş ve bu konuda 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundaki hükümler bakımından bir kısım duraksamalara neden olmuştur.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yapılan değişikliklerin, hiç olmazsa bazılarının "panik mevzuatı" karakterini taşıdığını da söylemek gerekir. Sözgelimi, 313 üncü maddede gerçekleştirilen değişiklikler, bu maddenin korumak amacında bulunduğu hukukî yarar ile 168 inci maddenin koruduğu değerlerin karışmasına neden olabilecektir.

Kanunun genel hükümlerinin önemli bir kısmının çağdaş gelişmelere uygun bulunmadığını söylemek doğru olur; ilk maddelerinde yer alan ve yabancı memleketlerde işlenen suçların Türkiye'de kovuşturulmasına ilişkin bulunan hükümler, "non bis in idem" kuralına aykırı nitelikler taşıdığı ve adalete aykırı çok ağır cezaların verilmesine götürdüğü için, zaman içinde, Yargıtay alışılmış olmayan bir içtihat kurmak suretiyle adaletsizliği gidermeye çalışmış ve sonra 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından alınan 10/a maddesi ile kısmen de olsa sakıncanın giderilmesine girişilmiş bu kere de Kanunun 7 nci maddesinin örtülü olarak kalkmış olup olmadığı problemi ortaya çıkmıştır.

Bugünün koşulları içerisinde, ölüm cezasının zorunlu ve nadir hâllerde ve çok ağır suçlarda kabul edilebilmesi olanaklı görüldüğünden 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun yine 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından esinlenerek 11/10/1992 tarihli ve 3679 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, belirtilen gereklere uymuş ve ancak çok ağır bazı suçlar bakımından bu cezayı öngörmüş bulunmaktaydı. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanunla, Anayasanın 38 inci maddesinde yapılan değişiklikle, savaş, çok yakın savaş ve terör suçları hâlleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği hükmü getirilmiş olduğundan, bu değişikliğe uygulama yeteneği kazandırılması amacıyla, 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununda yer alan idam cezaları savaş ve çok yakın savaş tehdidi hâllerinde işlenmiş suçlar için öngörülenler hariç olmak üzere müebbet hapis cezasına dönüştürülmüştür. Ancak Ülkemizde yıllardan beri uygulanmayan bir cezanın hâla kanunlarda yer almakta devamı artık yerinde bir tutum sayılamayacağından Tasarı bu cezayı hiçbir istisna gerektirmeksizin kaldırmıştır.

Kanunun cezalar sistemi, 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanunla getirilen değişikliklerden sonra mutlaka bir yeniden gözden geçirmeyi gerektirir hâle gelmiştir. Böylece hürriyeti bağlayıcı cezalarda ağır hapis, hapis ve hafif hapis ayırımının bir anlamı kalmamıştır. Hürriyeti bağlayıcı cezaların seçenekleri arasında bugün artık uygar ülkelerin pek çoğunda başarı ile uygulanmakta bulunan "kamu yararına çalıştırma" ve "uzlaşma" kurumuna yer verilmemiş olması önemli noksanlıklar sayılmalıdır.

Mahkûmiyetin kanunî neticeleri, müebbet fer'î cezalar, ceza ve güvenlik tedbirleri, günümüzün geçerli insancıl görüşleri ile ceza sisteminde mutlaka göz önünde bulundurulması zorunlu, suçlunun iyileştirilmesi, yeniden sosyalleştirilip toplumla bütünleştirilmesi ve bu maksatla uygun bir iyileştirmeyi gerektirdiği, bir yeniden sosyalleştirmeye tâbi tutulması hususundaki çağdaş ceza bilimlerinin ortak esaslarıyla bağdaşabilir nitelikte değildir.

13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanunla yapılan reformlar sonucu, cezanın ertelenmesinin düzenlenmesine ilişkin esasların, bir miktar düzeltilmiş bulunduğunu kabul etmek olanaklı ise de, bugünün geçerli ceza görüşleri çerçevesinde bu kadarı yeterli sayılamaz. Kanun hükümlerinin yeterince açık olmaması, erteleme konusunda, söz konusu Kanundaki bazı hükümlerin bile uygulanamayacağını ifade eden Yargıtay kararlarına neden olabilmiştir.

Teşebbüs konusunda failin ne zaman icraya geçmiş bulunacağına ilişkin olmak üzere öğretide belirtilen ve yabancı mevzuatta yer alan görüşlerden 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun uzak kalması, hükümlerin uygulanmasında hatalara neden olmuştur.

Teşebbüsten gönüllü vazgeçme yanında bütün suçlarda etkin pişmanlık hâline genel hükümler arasında yer verilmemiş olması, uygun suç ve ceza siyaseti bakımından önemli bir noksanlık sayılmalıdır.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan iştirak hükümlerinin yazılış tarzı duraksamalara neden olmakta ve ayrıca özel kısma konulmuş ve bazı suçlara ilişkin özel iştirak hükümleri anlamsız sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Söz gelimi 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 168 inci maddesini ihlal edenler, 146 ncı maddenin üçüncü fıkrasındaki fer'î iştirake ilişkin özel hüküm nedeniyle 313 üncü maddeye göre mahkûm edilenlerden çok daha az cezaya uğramakta idiler; kısmî bir değişiklik ile bu sakıncanın giderilmesine geçen yıllarda çalışılmış, bu defa da 313 üncü maddenin cezası doyurucu olmaktan çıkmıştır.

Ceza sorumluluğunda isnat yeteneğini etkileyen nedenler bakımından Kanun, gerekli bir kısım hükümleri içermemektedir.

İsnat yeteneğini kaldıran akıl hastalığı bakımından, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 46 ve 47 nci maddeleri çok kere anlamsız ayırımlara ve adaletsizliklere neden olmaktadır.

Kusurun önemli bir kısmını oluşturan taksir hakkında, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda genel bir hüküm ve tanım bulunmadığından değişik maddelerde taksiri oluşturan hâller, bazen noksan olarak, sürekli tekrarlanmaktadır.

Çocuk ve küçüklerin ceza sorumluluğu, eğitimleri, toplum ile yeniden bütünleştirilmeleri bakımından 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan hükümler son derece geri kalmıştır ve noksandır. Bu alanda uygar ülkelerdeki gelişmeler 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna yansıtılamamıştır.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundaki hukuka uygunluk nedenlerini belirten hükümler noksandır: Meşru savunmadan yararlanma hususundaki koşullar çok kısıtlı olduğundan, suçlarla mücadelede en etkin bir araç olan bu kurumun Türkiye'deki uygulaması sınırlı hâllerde olanak kazanmakta ve insanlar, saldırı karşısında kendilerini savunma bakımından duraksamalar içine düşmektedirler. Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılmasına ilişkin hükümler yanlış tercüme sonucu bir anlam taşımamakta ve menfaatler durumuna aykırı kararlar verilmektedir. Son yıllarda Yargıtayın yeni kararları bu sakıncaların, kısmen de giderilmesini sağlamıştır.

Hukuka uygunluk nedenleri olup değişik Yargıtay kararlarında da kabul edilmiş bulunan rıza, hakkın, meslekî hakların kullanılması gibi nedenlerin Kanunda yer almamış bulunması önemli bir noksanlık sayılmalıdır.

Cezaların gerçek içtimaı hâlinde, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun esas itibarıyla toplama sistemini kabul ettiği hâlde, bazı hâllerde bu sistemden gereksiz olarak ayrılmakta ve böylece sistemin mantığına aykırı sonuç ortaya çıkmakta idi. 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından, 11/10/1992 tarihli ve 3679 sayılı Kanun ile aktarılan hükümler, bu sakıncaları belirli bir ölçüde olmak üzere gidermiştir.

Yıllardan beri yerleşmiş ve tekerrürün oluşması için mahkumiyete ait cezanın infaz edilmiş bulunmasını zorunlu sayan madde metninin yeterli derecede açık olmamasından kaynaklanan Yargıtay içtihadı dolayısıyla, kurumun ceza hukukunda yararlı bir araç olmak niteliği azalmakla kalmamış, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun bazı hükümlerini de anlamsız söz (haşiv) saymak sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan özel tekerrür hâlleri, gereksiz hukuk labirentleri yaratmakta ve verilen hükümlerin Yargıtayca bozulmasına ve böylece davaların uzamasına neden olmaktadır.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun, "mağdurun ceza hükümleriyle korunmasını" ve olanak ölçüsünde suçlunun suç yolundan caydırılmasını sağlamayı, bir suç ve ceza siyaseti ilkesi olarak belirtmediği için suçların mağdurları yeterli derecede korunamamaktadırlar. Özellikle cinsel özgürlüğe saldırı ve başta ırza geçme cürümlerinde suça hedef olmuş bulunan kadın ve kızlar dava dolayısıyla bazen bir defa daha mağdur hâline gelmektedirler.

Çağın en önemli suçluluk şekillerinden birisi ekonomik ve örgütlü suçlardır. Bu konu ise özel hukuk tüzel kişilerinin ceza sorumluluğunu güncel bir sorun olarak ortaya çıkarmıştır. Bu konuda öteden beri sürdürülen çalışmalar bugün artık belirli ve yerleşmiş bir düzeye gelmiş bulunmaktadır. Gerçekten Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 20 Ekim 1988 tarihli tavsiye kararları ve (R(88)18) sayılı eki ile tüzel kişiliği haiz ekonomik teşebbüslerin, belirli koşullarla, ceza sorumluluklarının üye devletlerce kabulü hususunda tavsiye kararı vermiş bulunmaktadır. (Council of Europe, Liability of enterprises for offencer-Recommandation No.R(88)18-20 October 1988) Birleşmiş Milletlerin 9-17 Nisan 2000 tarihlerinde topladığı "Suçların Önlenmesi ve Suçluların İyileştirilmesi" Büyük Konferansında örgütlü suç ile mücadelede tüzel kişilerin ceza sorumluluğu konusu vurgulanmıştır.

Birleşmiş Milletlerce 2000 Aralık tarihinde Palermo'da imzaya açılmış bulunan "Sınıraşan Örgütlü Suça Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi"nin 10 uncu maddesi tüzel kişilerin sorumluluğunu tesis etmekte ve Sözleşmeyi kabul eden ülkeleri, belirtilen ciddî suçlar nedeniyle tüzel kişileri sorumlu tutarak cezalandırmak taahhüdü altına sokmaktadır. Ülkemiz bu Sözleşmeyi hemen imzalamış ve 30/1/2003 tarihli ve 4800 sayılı Kanunla söz konusu Anlaşmanın onaylanması uygun bulunmuştur. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun, tüm bu gelişmelerden de uzak kalmıştır.

Anayasamızın açık hükümlerine karşın, çağdaş ceza hukukunda önemli bir yaptırım türü ve suçlunun iyileştirilmesi aracı olan güvenlik tedbirleri, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda ayrıca ve ayrıntılı olarak düzenlenmiş değildir. Gerek suçluyu iyileştirmek, gerek toplumu korumak bakımından çağdaş ceza hukukunun önemle ortaya koyduğu güvenlik tedbirlerine 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda sistematik olarak yer verilmemiş olması önemli bir noksan sayılmalıdır. Son gelişmelerde özellikle üzerinde durulan ve Birleşmiş Milletler Konferansının tavsiye ettiği "uzlaşma"ya yer verilmemiş olmasının bir noksanlık oluşturduğu, yukarıda açıklanmıştır.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun Özel Kısmına ait hükümlerin belki daha da fazla eleştirilebilmesi olanağı vardır.

Bir defa 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun Özel Kısmında olağanüstü vak'acı (casuistique) bir sistem uygulanmış, birbirini izleyen, birbirinin istisnalarını oluşturan, istisnanın istisnasını ifade eden madde ve fıkralar arasından olaya uygun bulunanı belirlemek hususunda uygulamacılar duraksamalar içinde kalmışlardır. Uygulama hataları dolayısıyla verilen kararlar, Yargıtayda bozulmakta ve davaların, sırf Ceza Kanunu hükümlerinin düzenlenme biçimi nedeniyle bu yüzden uzadığı da görülmektedir.

Ayrıca aynı konuyu düzenleyen hükümler bakımından tekrarlar vardır. Bir suç, bir fasılda düzenlendikten sonra bunun istisnasının başka bir kısımda ve fasılda yer alması gibi uygulamada hatalara yönlendiren hükümlere rastlanmaktadır.

Özel Kısmın ayrı bölümlerinde yer almış bulunan ve aynı nitelikte olan hükümlerin uygulama alanlarını bulmak güçlükler çıkarmaktadır; bu hususta 419 ve 576 ncı maddeleri örnek olarak vermek olanaklıdır.

Sonradan yürürlüğe giren ve bir konuyu tümüyle düzenleyen kanunlarda yer alması gerekli hükümlerin, sırf belirli suçlar bakımından Ceza Kanununda kalmış bulunduğu görülmektedir. Söz gelimi 15/7/1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 427 nci maddeleri gibi.

Özel Kısmın değişikliklerinde cezaları ağırlaştırmanın suçları engelleyeceği düşüncesi çok defa etmen olmuş ve bu nedenle bazı suçlarda gerçekten algılanması güç cezalar söz konusu olduğu hâlde diğer bir kısım suçların cezalarında şikâyetleri çekecek derecede yumuşak tutum egemen bulunmuştur.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun "Kabahatler" Kısmında yer almış bir kısım hükümlerinin belediye tedbirleri ile karşılanabilecek nitelikte olduğu, bir kısmının ise artık suç olmaması gerektiği düşünülebilmektedir.

Buna karşılık 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alması gerekli olan ve çağdaş teknolojinin insan hayatına getirdiği modern araçların küreselleşmenin (globalleşmenin) bir ölçüde işlenmesine neden olduğu suçlara, uygulamaların ortaya çıkardığı yeni suç şekillerine, işkenceye, jenosite, insanlık aleyhine fiillere yeni ekonomik suçlara, özel hayata müdahâleye ilişkin fiillere, kişileri kanunsuz fişlemeye, fikir ve düşünce hürriyetini koruyan hükümlere, ırkçılığı yasaklayan yaptırımlara Kanunda yer verilmemiştir.

Aynı suretle ailenin korunmasına ilişkin bir kısım hükümlerin bile 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer almamış bulunması esaslı bir noksan sayılmalıdır.

İşte ancak bir kısmı belirtilen bu ve benzeri nedenler dolayısıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun yerine bir yenisinin getirilmesi, değişik tarihlerde söz konusu olmuş, hatta 1942'lerde 1931 İtalyan Ceza Kanunu iktibas olunarak bir tasarının ortaya konulmasına çalışılmıştır. 8/11/1951 tarihinde, Adalet Bakanlığınca bir kısım üniversite profesörlerinden, Yargıtay üyelerinden, Adalet Bakanlığı ilgililerinden bir komisyon kurularak bir ceza kanunu tasarısı hazırlaması istenilmiş ise de, sonradan bütçede bu maksatla yollukları karşılayacak ödenek bulunmadığı açıklanarak komisyonun çalışmasına son verilmiştir.

Yukarıda bir kısmı açıklanan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna ilişkin eleştirileri göz önüne almak suretiyle yürürlükteki Kanunu değiştirmek yerine, yeni bir ceza kanunu tasarısının hazırlanması hususundaki çalışmalardan ve bunların sonuçlarından söz edilmiştir.

1985'lerden itibaren Türk Ceza Kanunu Tasarılarının hazırlanmasına girişilirken, her şeyden önce yukarıda değinildiği üzere, çalışmalara temel olacak suç ve ceza siyasetinin esaslarının saptanması uygun görülmüş ve bu hususta uyulacak suç ve ceza siyasetinin temel hedefi; insan hak ve hürriyetlerini güvence altında bulundurmak, korumak, insan kişiliğine saygıyı pekiştirmek; ancak toplum savunmasını ihmal etmemek ve kişi hak ve hürriyetleriyle toplum savunmasını dengeli olarak korumak, kamu düzeninin devamını sağlamak olarak tespit edilmiştir.

Bu hedeften hareket olunarak toplum savunmasını hiç bir suretle tehlikeye sokmaksızın insancıl yaklaşımı vurgulamak ve suçlunun toplumla barışık hâle getirilmesini cezanın temel maksadı olarak göz önünde bulundurmak ilkesini tercih eden ve bu maksatla suçlunun yeniden sosyalleştirilmesini ve uygun bir iyileştirmeye tâbi tutularak toplumla yeniden bütünleştirilmesini uygun gören komisyonlar, bu hususların gerçekleştirilmesini kolaylaştırıcı hükümlere tasarılarda yer vermişlerdir.

Böyle bir ilke esas alınınca, doğal olarak, suçlunun iyileştirilmesini engelleyici hükümlerin kaldırılması ve etkilerin giderilmesi gerekecektir. Bu nedenle hükümlülüklerin otomatik olarak yasal neticeler doğurması sistemine son verilmiş, fer'î cezalardan müebbet olanlara yer verilmemiş, müebbet kamu hizmetlerinden yasaklanma ve meslek veya sanat veya ticaretten men olunma cezaları kaldırılmıştır.

Maksadı aşar derecede ağır olan cezaların, suçlunun yeniden sosyalleştirilmesini engelleyici etki yaptığı muhakkak bulunduğundan, hürriyeti bağlayıcı cezaların genel alt ve üst sınırlarında ve belirli suçların cezalarının alt ve üst sınırlarında, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak indirimler yapılmış ve artık bir anlamı kalmamış bulunan ağır hapis ve hapis farkı kaldırılmıştır. Böylece aslında tek hürriyeti bağlayıcı ceza sistemi kabul edilmiştir. Hafif hapis sadece cürüm ve kabahat ayırımı dolayısıyla kabahat derecesindeki suçun tanısını sağlamak maksadıyla muhafaza olunmuştur. Ancak, koşullu salıverilmenin bugünkü uygulama tarzı karşısında bu tutumun yarar yerine zarar getireceği muhakkak olduğundan, cezanın fiilen çekileceği süre koşulları değiştirilmiş ve çekilen ceza bakımından fazla saymalar kaldırılmıştır.

İyileştirme ve bunun sonucu suçlunun yeniden sosyalleştirilmesi ilkeleri, doğal olarak, yaptırımın bireyselleştirilmesini gerektirir. Bunu sağlamak üzere bir kere 79 uncu maddede temel cezanın belirlenmesinde hâkimin hangi hususları göz önüne alacağı hususundaki esaslar gösterilmiş ve böylece uygulamada, suç karşılığı konulmuş cezaların alt sınırının otomatik olarak hükmedilmesi tarzında yerleşmiş bulunan uygulama düzeltilmek istenilmiştir. Bu husus, 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından aktarılan hükümle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda da sağlanmıştır. Bunun dışında Tasarının getirdiği önemli yeniliklerden birisi, güvenlik tedbirlerinin ayrıntılı biçimde düzenlenmiş olmasıdır.

Tasarıda, güvenlik tedbirlerine ilişkin olarak altı madde yer almakta ve hâkimin bu tedbirlere ne gibi hâllerde hükmedeceği ve cezaların güvenlik tedbirlerine çevrileceği gösterilmektedir. Ayrıca kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine hükmedilecek tedbirler arasına "kamuya yararlı bir işte çalıştırma" da eklenmiş, bu suretle cezaların bireyselleştirilmesi hususundaki olanaklar çoğaltılmıştır.

Ancak güvenlik tedbirlerinin, Ceza Kanununa bir sistem hâlinde sokulması ile ciddiyetle uygulanabilmesi konuları ayrı ayrı şeylerdir. Güvenlik tedbirlerinden bir kısmının fiilen uygulanması, elbette ki, ciddî bir takım hazırlıkların yapılmış ve teşkilâtın kurulmuş olmasına bağlıdır. Bu nedenle, Tasarının 99 uncu maddesinde güvenlik tedbirlerinin infazında uygulanacak usul ve esasların Tüzüğünde ayrıca gösterileceği açıklanmaktadır. Yeni bir Türk Ceza Kanunu, elbette ki, uygulamaları gösterecek bir uyum kanununun meydana getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Kanunun çıkarılması için bir süre belirlenmiştir. Kanun yayımından bir yıl sonra yürürlüğe girecektir.

Yukarıda açıklanan suç ve ceza siyaseti hedef ve ilkesi, koşullu salıverilme, erteleme konularında düzenleme bakımından 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre farklı hükümler getirilmesini gerekli kılmıştır.

Tasarının getirdiği önemli değişiklik ve yeniliklerin başında suç işleyen çocuk ve küçüklere ait hükümlere Birinci Kitabının Beşinci Kısmında dört ayrı bölüm hâlinde yirmisekiz maddenin tahsis edilmiş olmasıdır. Bilindiği üzere çağdaş akım, çocuk ve küçüklerin genel ceza kanunu dışına alınması ve adı geçenlere özgü temel esaslarının, yargılama mercilerinin ve usulünün kabulü ile bir çocuk ceza kanununun meydana getirilmesi, böylece bir çocuk ceza hukukunun oluşturulmasıdır. Almanya'da çocuk ve küçüklere özgü bir kanun 16 Şubat 1923 tarihinde meydana getirilmiştir ve 11 Aralık 1974 tarihli yeni şekli ile yürürlüğünü sürdürmektedir. İsviçre'de de aynı yol tutulmak suretiyle "Gençlerin Ceza Durumu Hakkında Federal Kanun Tasarısı" 1993 yılında hazırlanmış bulunmaktadır. Fransa esas itibarıyla 9 Şubat 1945 tarihli Kanun ve değişiklikleri ile yukarıda belirtilen eğilimi yansıtmaktadır.

Bizde 7/11/1979 tarihli ve 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve değişiklikleri, yukarıda belirtilen yönde gösterilmiş bir çabayı ifade etmekte ise de, sorumluluk esasları, yaptırımlar, yardımcı mevzuat ve özellikle bir çocuk ceza hukukunun içermesi gereken ve değişik ceza kurumlarına ilişkin kendisine özgü esaslardan çağdaş anlamda yoksun bulunmaktadır.

Bu itibarla, ceza hukukuna ilişkin olmak üzere yepyeni bir çocuk ceza hukukuna, Tasarının genel kısmına ilişkin Birinci Kitap içinde ve Beşinci Kısım başlığı altında yer verilmesi uygun görülmüştür. Böylece Tasarı yürürlüğe girdiğinde 7/11/1979 tarihli ve 2253 sayılı Kanunun yargılama mercilerine ve usulüne ilişkin hükümleri yürürlükte kalacak, ceza hukuku ve yaptırımlar, ceza yaptırımlarını tamamlayan kısımlar itibarıyla bu Kanunun hükümleri ilga edilmiş olacaktır. Beşinci Kısımda yer alan yirmisekiz maddenin gerekçesinde konuya ilişkin olmak üzere ayrıntılı açıklamalar yapılmış olduğundan burada kısa bilgiler verilmesiyle yetinilmiştir.

1997 Türk Ceza Kanunu Tasarısının yeniden gözden geçirilmesi suretiyle oluşturulan Tasarı, yukarıdan beri belirtilen suç siyaseti ilkelerine ve bundan kaynaklanan yeni hükümlere, bütünü ile sadık kalmakla birlikte, söz konusu ilke, esas ve siyasetin uygulanmasına ilişkin maddelerde bir kısım değişiklikler yapılmış ve özel kısma yeni hükümler eklemiştir. 1997 Tasarısı ile karşılaştırıldığında bu farklar görülüp değerlendirilebilecektir.

Bütün bu esaslar göz önünde bulundurulmak suretiyle Tasarıda yer alan maddelerin gerekçelerinin ayrıntılı olarak kaleme alınmasına ve 1997 Tasarısına göre daha da geliştirilmesine çalışılmıştır. Böylece ileride yorumda kolaylık sağlanacak ve uygulamada duraksamaların ortadan kaldırılmasında, adaletin işlemesinde ve sür'atin elde edilmesinde katkıda bulunulmuş olacaktır.

Genel Gerekçede, Tasarıda yer alan maddelerin ayrıca açıklanmalarına gerek görülmemiştir; sadece Tasarının yapısı, çatısı belirtilmekle ve uygulanan suç ve ceza siyasetinin esaslarının açıklanmasıyla yetinilmiştir. Tasarının genel yapı ve çatısı hakkında aşağıda gerekli ve özet bilgiler verilmiştir:

Tasarı "Genel Hükümler" ve "Özel Hükümler" başlıklarını taşıyan iki kitaptan oluşmaktadır. Kitaplar kısımlara, kısımlar da bölümlere ayrılmıştır.

Madde, fıkra, bent ve paragraflar ayırımında kabul edilmiş yöntem şöyledir:

İlke olarak, madde fıkralarını belirtmek üzere ayrıca numaralama ve harf kullanma usulü uygulanmamış, anlamayı ve yollamaları kolaylaştırmak üzere numara veya harf kullanıldığında ise sayıdan sonra nokta (3. gibi) konulmuştur; harf kullanıldığında da aynı usul kullanılmıştır (A. gibi). Fıkra, sayı veya harfle belirtildiğinde, yeni harfli veya sayılı fıkra gelinceye kadar geçen satırbaşları "paragraf" olarak adlandırılmıştır. Fıkralar içinde yer alan bent rakamları önüne paragraf işareti konulmuştur (2) gibi), yeni bent rakamı veya harfi gelinceye kadar geçen satırbaşları, satırbaşına konan harf veya rakamdan sonra çizgi (tire) konulmuş ise, bu hâl bendi değil ve fakat, fıkra veya bent içerisinde bazı hususların sayılmış olmasını belirtir (6- veya a- gibi).

Tasarının Genel Hükümler başlığını taşıyan Birinci Kitabının "Ceza Kanunu" başlıklı Birinci Kısmında şu bölümler yer almaktadır:

Birinci Bölüm : Kanunîlik

İkinci Bölüm : Kanunun Uygulanması

Üçüncü Bölüm : Yabancı Ülkede İşlenen Suçlar

Birinci Kitabın "Suçlu ve Suç" başlığını taşıyan İkinci Kısmında şu bölümler yer almıştır :

Birinci Bölüm : Ceza Sorumluluğu

İkinci Bölüm : Tüzel Kişiler

Üçüncü Bölüm : Hukuka Uygunluk Nedenleri

Dördüncü Bölüm : Suça Etki Eden Nedenler

Beşinci Bölüm : İsnat Yeteneğini Etkileyen Nedenler

Altıncı Bölüm : Teşebbüs

Yedinci Bölüm : Suça İştirak

Sekizinci Bölüm : Özel Tehlike Hâlleri ve Tekerrür

Birinci Kitabın "Cezaların ve Suçların İçtimaı" başlığını taşıyan Üçüncü Kısmında şu bölümler yer almıştır :

Birinci Bölüm : Cezaların İçtimaı

İkinci Bölüm : Suçların İçtimaı

Birinci Kitabın "Yaptırım" başlığını taşıyan Dördüncü Kısmında şu bölümler yer almıştır :

Birinci Bölüm : Cezalar

İkinci Bölüm : Aslî Cezalar

Üçüncü Bölüm : Fer'î Cezalar

Dördüncü Bölüm : Cezaların Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi

Beşinci Bölüm : Cezanın Ertelenmesi

Altıncı Bölüm : Dava ve Cezanın Ortadan Kaldırılması

Yedinci Bölüm : Güvenlik Tedbirleri

Birinci Kitabın "Çocuk ve Küçüklere İlişkin Hükümler" başlığını taşıyan Beşinci Kısmında şu bölümler yer almış bulunmaktadır :

Birinci Bölüm : Genel Hükümler

İkinci Bölüm : Çocuklar Hakkında Uygulanabilecek Tedbirler ve Cezalar

Üçüncü Bölüm : Küçüklere Özgü Ceza Düzeni

Dördüncü Bölüm : Çocuk ve Küçükler Hakkında Müşterek Hükümler

Söz konusu bölümler içerisinde yer almış olan maddeler arasında ilgili hükmün kolaylıkla saptanabilmesini sağlamak ve yorumda yol göstermek, kanun değişikliklerinde gereksiz tekrarları ve ek fıkraların yanlış maddelere konulmasını önlemek amacıyla Tasarının bütün maddelerine içeriklerini belirleyici nitelikte başlıklar konulmuştur. Bu başlıklar, Kanunun metnine dahil olmayıp sadece ilgili maddelerin konusunu göstermektedir.

Kanunun İkinci Kitabında yer alan Özel Hükümlerin temel yapısına geçmeden önce, Birinci Kitabın içeriğini oluşturan hükümlerin temel maksatlarına ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre yenilik getiren bazı hükümlere ve böylece yapı özelliklerine işaretle yetinilmesi uygun sayılmıştır. Esasen her maddeye ait gerekçe, ayrıntılı olarak kaleme alınmış bulunduğundan, Genel Gerekçede ayrı ayrı maddelere değinilmesi, bir tekrardan başka bir anlam taşımayacaktır. Özellikle, Özel Kısım bakımından durum böyle olduğundan aşağıda sadece Özel Kısmın yapısına ilişkin açıklamaların yapılmasıyla yetinilmiştir.

Genel Kısım bakımından biraz daha farklı bir yöntemin uygulanmasının nedeni, genel hükümlerin tümüyle bir suç teorisini yansıtmasıdır.

Tasarının 1 ve 18 inci maddelerini içeren Birinci Kısmın birden üçe kadar olan bölümlerinde genel olarak suç ve cezada kanunîlik, ceza kanunlarının zaman ve yer itibarıyla uygulanmaları, Türkiye'de işlenen suç hakkında yabancı ülkede hüküm verilmesi, yabancı memlekette işlenip de Türkiye'de soruşturulması ve kovuşturulması gereken suçlar, cezanın mahsubu, yabancı memleketteki mahkûmiyetin Türkiye'de etkisi ve siyasal suçlarla suçluların geri verilmesi hususundaki esaslar gösterilmektedir.

Tasarı, belirtilen konularda esaslı bir takım yenilikler getirmiş bulunmaktadır: Bir defa, 1 inci maddede güvenlik tedbirlerinde de kanunîlik ilkesinin uygulanacağı açıkça belirtilmiştir.

"Kanunu bilmemenin mazeret sayılmayacağı" hakkındaki madde, 2 nci madde olarak Tasarının başına alınmış ve böylece kanunun bağlayıcılığı ilkesi vurgulanmıştır. Bu kural, sorumluluğa ait olmayıp kanunun bağlayıcılığı ilkesiyle ilişkilidir. Bu maddeye, Batı ceza kanunlarında olduğu gibi ilkenin yumuşatılmasını sağlayan ve subjektif sorumluluğu vurgulayan bir fıkra eklenmesi Komisyonun bazı üyeleri tarafından önerilmiş ise de, Komisyon çoğunluğu Yargıtayın içtihatları ile bu hususu sağladığını belirtmiş ve yanlış anlama ve uygulamalara neden olabilecek böyle bir hükmün eklenmesini sakıncalı saymıştır.

3 üncü maddede, özel ceza kanunlarıyla genel kanun arasındaki ilişkiler açıklanmaktadır. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak, sadece Ceza Kanununa aykırı olan hükümlerin değil, fakat ayrı hüküm bulunmayan bütün hâllerde genel kanundaki esasların uygulanacağı belirtilmiştir.

4 üncü maddede, Kanunun çeşitli maddelerinde geçen ortak terimlerin tanımı yapılmış ve böylece içerdiği değişik suçların yargılanmasında ve anlamlandırılmasında hem birlik sağlanması istenilmiş ve hem de farklı yorumlar yapılmasının önlenmesi arzulanmıştır.

1 inci maddede, güvenlik tedbirlerinde de geçmişe yürürlü olmama kuralı vurgulanmış ve lehe kanunun güvenlik tedbirleri bakımından da, evvelce işlenen suçlar hakkında uygulanacağı açıklanmıştır.

5 inci maddede, gerçekleştirilen çok önemli bir yenilik de geçici ve süreli kanunların yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında, kanunun süresi sona erdikten sonra da uygulanacağıdır. Bu suretle söz konusu kanunların, toplum savunması bakımından etkili olmalarının sağlanması amaçlanmıştır.

6 ncı maddede, önemli bir yenilik olarak suçun ne zaman Türkiye'de işlenmiş sayılacağı açıklanmakta ve uygulamada duraksamalara neden olan ve doktrinden yararlanılarak çözümlenmesine çalışılan bir konu böylece Kanunda belirtilmektedir. Bu arada milletlerarası sözleşme hükümleri de göz önüne alınarak kıt'a sahanlığında tesis edilmiş sabit platformların da Türk ülkesinden sayılacağı açıklanmıştır.

7 ve 8 inci maddeler, işlenen bir suçtan dolayı Türkiye'de mutlaka kovuşturma yapılması gereken hâlleri belirlemektedir.

9 uncu madde, Türk vatandaşı tarafından yabancı memlekette işlenmiş bulunan suçlardan dolayı, Türkiye'de kovuşturma yapılması hususundaki koşulları göstermektedir. Bu maddeyle getirilen çok önemli yenilik; mağdurun Türk olması hâlinde de Türk vatandaşının, yabancı memlekette işlediği suçtan dolayı hakkında yabancı memlekette hüküm verilmiş ise, artık Türkiye'de kovuşturma açılmayacağıdır. Böylece "non bis in idem" kuralına uyulmaktadır. Yabancı memlekette hüküm verilmemiş olması hâlinde, Türkiye'de kovuşturma yapıldığında ise, suçun işlendiği ülke kanunuyla Türk kanunundan hangisi uygulamada failin lehine sonuç verebilecek ise, o kanunun uygulamada göz önünde bulundurulması 18 inci maddenin gereğidir; uyulacak esaslar maddede gösterilmiştir. Ancak suçun işlendiği ülke kanununda mevcut esaslar, Türkiye'nin kamu düzenine veya milletlerarası taahhütlerine aykırı ise, o ülke kanununa itibar edilmeyecektir.

10 uncu maddede yabancıların Türk Ülkesi dışında işledikleri suçlar dolayısıyla Türkiye'de soruşturma ve kovuşturma koşulları gösterilmiştir.

11 inci maddede vatandaş veya yabancının, gerçeklik kuralına göre Türkiye'de soruşturma ve kovuşturulması olanaklı suçlar ve bu husustaki koşullar gösterilmiştir.

12 nci madde, yabancı memlekette işlenen suçların Türkiye'de kovuşturulması bakımından konulmuş koşular itibarıyla hürriyeti bağlayıcı cezaya itibar olunacağını, seçimlik ceza söz konusu ise, kovuşturma şartının gerçekleşmemiş bulunduğunun kabul edileceğini belirtmektedir.

13 üncü madde, soruşturma koşulunu oluşturan cezanın nasıl saptanacağını göstermektedir.

14 üncü maddenin mevzuatımız bakımından getirdiği yenilik, nerede işlenmiş olursa olsun bir suçtan dolayı yabancı memlekette göz altında, tutuklulukta geçirilen sürelerin de cezadan mahsup edileceğidir.

15 inci madde, yabancı ülkede Türkiye aleyhine cürüm işleyen yabancının, Türkiye'de mutlaka yeniden yargılanacağı esasını getirmektedir. Ancak yabancı memlekette verilmiş ve çekilmiş olan ceza, Türkiye'de verilecek cezadan mahsup edilecektir.

17 nci madde, yabancı ülkede işlenmiş siyasal veya buna bağlı suçlardan dolayı, fiiller Türkiye aleyhine işlenmiş bulunmamak koşulu ile, Türkiye'de soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağını açık olarak belirtmekte ve böylece bu husustaki duraksamaların ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.

"Suçlu ve Suç" başlığını taşıyan İkinci Kısmın "Ceza Sorumluluğu" başlığını taşıyan Birinci Bölümünün 19 uncu maddesinde suçun oluşması için eylem kusurunu açıklayan hükümlere yer verilmiştir. 20 nci maddede ise kast ilkesi ve objektif sorumluluk hâlleri belirtilmektedir. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde kast tanımlanmaktadır. Üçüncü fıkrada, bir cezalandırılabilme koşuluna tâbi tutulmuş cürümlerde, kast, söz konusu koşulu kapsamasa da, failin cezalandırılacağı belirtilmektedir. Maddenin dördüncü fıkrasında, önemli bir yenilik olarak, genel bir hafifletici neden getirilmiştir.

21 inci maddede, taksirin genel tanımı yapılmış ve böylece Tasarının diğer maddelerinde, tanımın sürekli tekrarlanmaması sağlanmıştır.

Aynı maddenin üçüncü fıkrasında "bilinçli taksir"in tanımı yapılmış ve bu hâlde faile verilecek cezanın artırılması öngörülmüştür.

Maddenin dördüncü fıkrasında ise, önemli bir yenilik getirilmekte ve Tasarının insancıl değerlere yer verici karakteri vurgulanmaktadır. Söz konusu hükme göre taksirli hareket sonucu neden olunan netice münhasıran failin, kişisel ve aile durumu bakımlarından ağır derecede mağdur olmasına neden olmuş ise ceza verilmeyecektir. Ancak bilinçli taksir hâlinde indirilmiş bir ceza verilebilecektir. Böylece özellikle kırsal bölgelerde, hem çocuklarına bakmak ve hem de tarlalarda çalışmak durumunda olan kadınların, çocuklarının uğradıkları, failin taksirine bağlı neticelerden dolayı cezalandırılmasının neden olduğu toplumsal yararlara aykırı sonuçların giderilmesi sağlanmıştır.

23 ve 24 üncü maddeler mevzuatımız bakımından önemli birer yenilik olarak kabul edilmelidir. Bu maddeler çerçevesinde fiili hata ve cebir, ikrah ve tehdit hâllerinin kusurluluğu kaldırabilmesi için gerekli koşullar ve etkileri gösterilmektedir. Bu hükümler, Türk ceza hukukunda büyük bir yenilik oluşturmaktadır.

İkinci Bölümde özel hukuk tüzel kişilerinin ceza sorumluluğuna ilişkin 25 ve 26 ncı maddeler yer almaktadır. 25 inci madde ancak belirli hâllerde ve kanunun ayrıca belirttiği suçlarda özel hukuk tüzel kişilerinin ceza sorumluluğu bulunduğunu belirtmiş ve 26 ncı maddede cezaların ne suretle hükmolunacağı gösterilmiştir. Böylece çağımız suçluluğunda geniş ve önemli bir yer tutan ekonomik suçluluk konusunda etkin bir mücadele aracı getirilmiş olmaktadır.

Ancak, dikkat edilmelidir ki, tüzel kişiler, Tasarının çok özenli olarak koyduğu koşullar çerçevesinde ve sadece belirli suçlardan dolayı cezaen sorumlu tutulmaktadırlar; mutlak ve genel bir sorumluluk söz konusu değildir. Böylece Avrupa Konseyi Bakanlar Konseyinin tavsiye kararına da uyulmuş olmaktadır.

İkinci Kısmın Üçüncü Bölümünde, hukuka uygunluk nedenleri gösterilmiştir. "Hukuka Uygunluk Nedenleri" başlıklı bu Bölümün 27 nci maddesi Anayasanın 137 nci maddesine dayanılarak yeniden düzenlenmiştir.

28 inci madde, meşru savunmanın koşulları bakımından çok önemli bir yenilik getirmekte ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak, yalnız nefse ve ırza karşı saldırılarda değil ve fakat genel olarak bir hakka karşı yöneltilmiş haksız saldırılar hâlinde de doğal olarak diğer koşulları da varsa, meşru savunma kabul edilmekte ve böylece Tasarının uyguladığı suç ve ceza siyasetinin hedeflerinden birisini oluşturan toplumun savunması güçlendirilmektedir. Doğal olarak bu hüküm değişikliği halen 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 461 inci maddesini karşılayan Tasarının 231 inci maddesinde de değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Bu hususta söz konusu maddenin gerekçesinde gerekli bilgiler verilmiştir.

Orantılılık koşulu maddenin (1) ve (2) numaralı fıkralarında yer alan meşru savunma ve zorunluluk hâlleri bakımından açıkça belirtilmiştir.

29 uncu madde 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak, belirttiği koşullarla hakkın kullanılmasını ve mağdurun rızasını bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul etmiş bulunmaktadır. Böylece Kanunda yer almamış bulunmakla beraber, öğretide ve Yargıtay içtihatlarında uygulama yeri bulan iki hâl, bu defa Tasarıda açıkça hukuka uygunluk nedenleri olarak belirtilmiş bulunmaktadır.

30 uncu madde, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın "kast olmaksızın" aşılması hâlinde ne suretle işlem yapılacağını açık ve seçik olarak göstermekte ve böylece 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 50 nci maddesinde yer alıp, yanlış çeviriden kaynaklanan metin yerine hukuk esaslarına uyulmaktadır.

Maddenin son fıkrası ise sınırın, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeni ile aşılmasını bir cezasızlık nedeni saymaktadır. Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere sınır kasten aşılacak olursa faile işlediği suçun cezası verilecek yani fail hukuka uygunluk nedeninden yararlanamayacaktır.

İkinci Kısmın "Suça Etki Eden Nedenler" başlığını taşıyan Dördüncü Bölümünde yer alan 32 nci maddesi, taksirle işlenen suçlarda hareketin netice bakımından nedensellik değerine göre cezanın sekizde bire kadar indirilebileceğini belirtmektedir. Böylece 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 455 ve 459 uncu maddelerinin son fıkralarında yer alan ve sadece taksir ile adam öldürme ve etkili eylem suçlarını kapsayan hüküm yerine, bileşik kusur hâlini bütün taksirli suçlarda bir hafifletici neden kabul eden yeni bir hüküm meydana getirilmiştir.

"İsnat Yeteneğini Etkileyen Nedenler" başlığını taşıyan Beşinci Bölümde, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre önemli değişiklikler yapılmıştır.

34 üncü maddede açıklandığı üzere, bir defa bilinç ve hareket serbestliğini tamamen kaldıran veya önemli derecede azaltan aklî malûliyet hâlinde bulunan kimsenin isnat yeteneğine sahip olmadığı kabul edilmiştir; böyle bir kimseye ceza verilemeyeceği esası benimsenmiştir. Aklî malûliyeti nedeniyle bilinç ve hareket serbestliği kalkmamış veya önemli derecede azalmamış olmakla beraber, faildeki bu hâlin veya diğer bir ruhsal zaaf veya sakatlığın, cezanın indirilmesine neden olabileceği 34 üncü maddenin (2) numaralı fıkrasında belirtilmiştir; hatta ceza süresinin bir sağlık kurumunda geçirilmesine de karar verilebilecektir. Aklî ve ruhsal hâlin takdiri hafifletici neden sayılmış olması nedeniyle cezası indirilmiş olan suçlunun, bir sağlık kurumunda tedavi altına alınmasını belirleyen bir güvenlik tedbirine, hâkimin takdirine göre tâbi tutulabileceği, Tasarının 94 ve izleyen maddelerinde kabul edilmiştir. Bu hususta ayrıca 94 üncü maddenin (5) numaralı ve 97 nci maddenin (6) numaralı bentlerine ilişkin gerekçelere bakılmalıdır.

Bilinç ve hareketlerinin serbestliğine sahip bulunmaması nedeniyle muhafaza ve tedavi altına alınma, bu amaçla kurulmuş özel kurumlarda sürdürülecektir. Ancak, bu tür müesseseler kuruluncaya kadar söz konusu tedbirin, akıl hastalarına özgü hastanelerde uygulanacağı, Tasarı kanunlaştığında meydana getirilmesi zorunlu geçici hükümleri gösterecek uygulama kanununda ayrıca açıklanmalıdır.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak, akıl hastası "salâh" bulduğu yani toplumsal yönden artık suç işleme tehlikesi ortadan kalktığı takdirde, muhafaza ve tedaviye son verilecektir. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, muhafaza ve tedavi altında bulundurma süresinin "şifaya" kadar devam edeceği belirtilmiştir. Oysa akıl hastalarının bir çoğunda şifa olanağı yoktur. Ama hastalığın salâh bulması ve suçlu akıl hastasının, nefsinde taşıdığı suç işlemeye ilişkin tehlike hâlinin ortadan kalkması olanaklıdır. Bu nedenle uygulamada esas itibarıyla şifa bulduğu beyanıyla muhafaza ve tedavisine son verilen hastaların büyük bir kısmı aslında şifa bulmuş değildir ve metnin gerçeğe uydurulması çok daha yerinde sayılmıştır.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundaki, muhafaza ve tedavi maksadıyla, suçlu akıl hastası şifaya ulaşmış olsa bile, asgarî bir süreyle kurumda tutulmasını mecburî kılan hüküm muhafaza edilmiştir.

Maddenin (2) numaralı fıkrasında suçu işlediği sırada aklî sağlık veya bilincinde bozukluk bulunan failin cezasının ne gibi koşullarla indirileceği ve cezanın rejimi gösterilmiştir.

Maddenin (3) numaralı fıkrasında ise geçici (arızî) nedenlerin sorumluluğa etkisi gösterilmiştir.

35 inci maddede yer alan, sağır - dilsizler hakkındaki hükümler de, küçükler hakkındaki hükümlerle dengeli hâle getirilmiş ve yirmibir yaşını doldurmuş bulunan sağır dilsizlerin, temyiz yeteneğine sahip bulunmaları hâlinde, normal kişiler gibi işledikleri suçlardan dolayı sorumlu olmaları kabul edilmiştir.

36 ncı madde, irade dışı sarhoşluk ve uyuşturucu madde kullanma hâllerinde, bilinç ve hareket serbestliği tamamen ortadan kalkmış bulunduğu takdirde, faile ceza verilemeyeceği hükmünü getirmekte, bilinç ve irade serbestliği önemli derecede azalmış ise indirilmiş ceza vermekte, iradî sarhoşluk ve uyuşturucu madde kullanma hâlinde ise, faile tam ceza verilmektedir.

İkinci Kısmın Altıncı Bölümünü oluşturan ve teşebbüse ilişkin bulunan hükümlerin mevzuatımıza getirdiği yenilikler, özetle şöyle belirlenebilir:

Teşebbüste icra hareketlerine geçme koşulunun doktrinde ne derecede tartışmalı bir konu olduğu bilinmektedir. İşte bu konuda eksik teşebbüsten söz eden 37 nci madde, kastedilen elverişli vasıta ile ve kastı şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirten hareketlerle icraya başlama ölçüsünü getirmiş ve bu hususta sübjektif ve objektif teorileri birleştiren bir ölçü koymuştur.

39 uncu maddede etkin pişmanlık hâlini, bütün suçlar bakımından genel hafifletici bir neden olarak kabul etmiş ve böylece Tasarının benimsemiş bulunduğu mağduru koruma ilkesi, etkin biçimde uygulama yeri bulmuştur. Etkin pişmanlık bakımından, Tasarının belirli suçlar için ayrıca öngördüğü hükümler ise saklı tutulmuştur.

39 uncu maddenin (2) numaralı fıkrasında, çağımız ceza adaletinde önemle geliştirilen "onarıcı adalet" kavramının uygulanmasını sağlayan ve "uzlaşma" olarak tanımlanan çok önemli bir yeni ceza hukuku kurumuna yer verilmiştir. Madde gerekçesinde bu hususa ilişkin ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir.

Aslî iştirak şekilleri 40 ıncı maddede gösterilmiştir.

42 nci maddede fer'î iştirak hâlleri teker teker gösterilmiş ve son fıkrada fer'î iştirak hâllerinin eklenmemesi hâlinde suçun işlenmesi olanaklı değilse bu takdirde, failin aslî fail sayılacağı kabul edilmiştir.

"Özel Tehlike Hâlleri ve Tekerrür" başlığını taşıyan Sekizinci Bölüm, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre dikkat çekici yenilikleri ve özellikleri içermektedir:

Bir defa 45, 46 ve 47 nci maddelerde itiyadî suçlu, suçu meslek edinen kişi ve örgüt mensubu suçlu kavramları tanımlanmış ve böylece suçlunun tehlike hâline hukukî bir kavram olarak Tasarıda yer verilmiştir. Bu, Türk ceza mevzuatı bakımından önemli bir yenilik sayılmalıdır. Söz konusu üç suçlu sınıfına işledikleri suçun cezasına ek olarak Tasarının 94 üncü maddesinde gösterilmiş olan güvenlik tedbirlerinden birisi uygulanabilecektir.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre, yerleşmiş Yargıtay kararları gereğince tekerrür hâlinde, birinci mahkûmiyetin cezasının çekilmiş olması koşulunun arandığı bilinmektedir. Tasarı ise, 48 inci maddesinde mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olmasını veya cezanın düşmüş bulunmasını, diğer koşullarla birlikte tekerrür hâlinin oluşması için yeterli saymıştır.

Böyle bir hâlde, maddede gösterilen ölçülere göre ceza artırılmakla beraber, mahkeme tarafından uygun görüldüğü takdirde, fail hakkında hürriyeti bağlayıcı olmayan güvenlik tedbirlerine de (94 üncü maddenin (B) fıkrasında sayılanlar) hükmedilebilecektir. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan ve gereksiz olarak hukuk labirentleri kurmakta bulunan özel tekerrür hükümlerine Tasarıda yer verilmemiştir.

48 inci maddede kabul edilen esas çerçevesinde, sırf askerî suçlar arasında da tekerrür hükümleri cereyan edecektir.

Tasarının "Cezaların ve Suçların İçtimaı" başlığını taşıyan Üçüncü Kısmının "Cezaların içtimaı" başlıklı Birinci Bölümünün 50 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında iki müebbet hapse mahkûmiyet hâlinde fail hakkında altı aydan az ve iki yıl altı aydan fazla olmamak üzere geceli gündüzlü hücreye koyma rejiminin uygulanmasıyla yetinilecektir. Müebbet cezaların ağırlaştırılmış türüne mahkumiyet hâlinde de aynı hüküm geçerlidir.

53 üncü maddede, içtima hâlinde çeşitli cezalarda azamî sınırların neler olduğu gösterilmiş ve maddenin (4) numaralı fıkrasında böylece yazılı sınırlara ulaşan cezalara, kesin mahkûmiyetten sonra işlenen suçlardan dolayı verilecek cezaların aynen uygulanacağı açıklanmıştır.

İkinci Bölümde 54 üncü maddede bileşik suç (mürekkep suç), 55 inci maddede müteselsil suç hâlleri tanımlanmıştır. 56 ncı maddede fikrî içtima tanımlanırken, en ağır cezayı gerektiren hükmün, uygulama sonucunda en ağır neticeyi veren hüküm olduğu ayrıca belirtilmiştir.

"Yaptırım" başlığını taşıyan Dördüncü Kısmın "Cezalar" başlıklı Bölümünün 57 ve 58 inci maddelerinde, aslî ve fer'î cezalar gösterilmiştir.

Fer'î cezalar arasına, işyerinin kapatılması, sürücü belgesinin geri alınması ve suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi yaptırımları da eklenmiştir.

Tasarı ölüm cezasını kaldırmış ve bunun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını koymuştur. 60 ıncı madde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını tanımlamaktadır. Bu konu madde gerekçesinde ayrıntıları ile açıklanmıştır.

Ölüm cezasını kaldırmış bulunan ülkelerde, bu ceza yerine özel bir hürriyeti bağlayıcı ceza koyma hususundaki akımlar böylece Türk mevzuatına da yansımış olacaktır.

Tasarının "Aslî cezalar" başlıklı İkinci Bölümünün 59 ve izleyen maddelerinde yer alan, hürriyeti bağlayıcı cezalar, ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis, hapis ve hafif hapis olarak saptanmış ve böylece 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan ağır hapis cezası kaldırılmıştır. 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanundan sonra esasen mevzuatımız gerçekte tek hürriyeti bağlayıcı ceza sistemini kabul etmiş bulunmaktadır. Aslında hafif hapis cezasına da ihtiyaç yoktur; zira infaz rejimi itibarıyla diğer hapis cezalarından herhangi bir fark mevcut bulunmamaktadır. Ancak hafif hapsin Tasarıda muhafazası, kabul edilmiş bulunan cürüm ve kabahat ayırımında kolaylık sağlamak maksadına dayanmaktadır.

59 uncu maddenin ikinci fıkrasında çağdaş penolojinin esaslarını ve mahkûmu yeniden sosyalleştirmek hususundaki temel suç ve ceza politikasını göz önünde bulundurmak suretiyle, iki yıl ve daha az süreli hapis ve hafif hapis cezalarını kapsayan mahkûmiyetler kısa süreli sayılmıştır. Böylece Tasarının 64 üncü maddesinde yer alan kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirlerin listesi genişletilmiştir. Bu maddenin beşinci fıkrasında uygulamada asıl mahkûmiyetin bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbir olacağı ve hükmün kanun yollarına başvuru hakkını kaldırmayacağı açıklanmıştır. Böylece hürriyeti bağlayıcı ceza bu husustaki sınırın altında para cezasına çevrilse de, kanun yoluna başvurma hakkı, hürriyeti bağlayıcı cezaya oranla varlığını sürdürecektir.

62 ve 63 üncü maddelerde, hapis ve hafif hapis cezalarının genel yukarı sınırları, kanunda aksi belirtilmedikçe hapis cezasında bir aydan yirmi yıla ve hafif hapis cezası ise yedi günden iki yıla kadardır.

Tasarının 64 üncü maddesinde kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirler gösterilmiştir. 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinden farklı olarak, bu maddeye (6) numaralı bir bent eklenmiş ve altı ayı geçmemek ve hükümlünün rızası bulunmak koşulu ile, mahkûmun kısa süreli hürriyeti bağlayıcı ceza yerine, kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına hâkimin karar verebilmesi kabul edilmiştir. 64 üncü maddenin gerekçesinde bu yeni kurum hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Hâlen Batı ülkelerinin bir kısmında ve Amerika'da başarıyla uygulanmakta bulunan bu tedbirin Türk mevzuatına girmesi gerçekten yararlı bir gelişmeyi oluşturacaktır.

Tasarının 96 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, iki yılı aşmayan bir hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmiş suçlunun, birinci fıkrada belirtilen özellikler yani suçun niteliği, fail ile mağdur arasındaki ilişkiler, failin kişilik özellikleri göz önüne alınarak cezasının aynı süreyle 94 üncü maddenin (A) fıkrasının (1) ve (2) numaralı bentlerinde gösterilen bir güvenlik tedbirine çevrilmesine mahkemece karar verilebileceği hükmü yer almış bulunmaktadır. Bu fıkrada söz konusu olan hükümler ile 64 üncü maddede yer alan hükümler birbirine karıştırılmamalıdır. Zira 96 ncı maddenin ikinci fıkrasında yer alan hüküm bakımından mahkûmiyet vardır ve asıl ceza hürriyeti bağlayıcı cezadır. Fıkra, âdeta hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı bakımından belirli bir özellik göstermiş olmaktadır ve bir bireyselleştirme hükmüdür.

Tasarının 66 ncı maddesinde, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların özel infaz şekilleri gösterilmiştir. Madde, 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanun hükümlerini esasta tekrarlamaktadır. Ancak maddenin (4) numaralı bendi kadınlar için hürriyeti bağlayıcı cezanın belirli koşullarla elektronik alete bağlanmak suretiyle oturulan yerde çekilmesi olanağını getirmiştir. Tedbirlere uymama hâlinde mahkûm geri kalan cezasını aynen çekecektir.

67 nci maddede yer alan koşullu salıverilme bakımından Tasarı cezalar hakkında kabul ettiği yenilikleri itibarıyla bir kısım yeni hükümler getirmiştir. Bir defa bütün suç failleri hakkında koşullu salıverilme olanağı kabul edilmiş; ancak fiilen çekilmesi gerekli ceza süresi farklı olarak belirlenmiştir.

Ayrıca madde, koşullu salıverilmeye hak kazanılabilmesi için çekilmesi gerekli ceza süresinin hesabında tutukluluk süresinin de göz önüne alınacağını belirtmekte olduğu gibi, maddenin gerekçesinde de bu süreye göz altında geçirilen müddetin de dahil bulunduğu açıklanmıştır. Maddeye göre koşullu salıverilme mutlaka belirli bir süre cezanın çekilmiş olmasını gerektirmektedir. En az üç ay süre ile hürriyeti bağlayıcı cezayı çekmemiş bulunan hükümlü koşullu salıverilmeyecektir. Bunun dışında maddenin dördüncü ve izleyen fıkralarında getirilen önemli hükümler hakkında madde gerekçesinde gerekli açıklamalar yapılmıştır. Bu konuda asıl problem, koşullu salıverilmeyi, gerçekten koşullarına uygun olarak, her olayda bu hususu dikkatle yerine getirerek uygulamaktır. Fransız Ceza Usulü Kanununda Haziran 2000'de yapılan değişiklikler bu konuda bazı ölçüler getirmiş ve ilkeleri saptamıştır. Yeni 729 uncu maddeye göre, "Koşullu salıverilme, mahkûmların topluma yeniden kazandırılmalarını, uyum sağlamalarını ve tekerrürün önlenmesini hedefler. Bir veya birden çok hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmiş bulunan kimse gerek özellikle meslekî bir etkinliğin yerine getirilmesinde, gerek bir eğitim görmek veya meslekî bir yetişkinlik kazanmak veya bir stajı geçirmek yahut geçici bir işi yerine getirmek, aile hayatına temelli olarak iştirak, bir tedaviye tâbi tutulmak zorunluluğunu kabul etmek, mağdurların zararını karşılamak hususundaki tutumu ile sosyal uyum yönünden ciddî çabalar gösteriyorsa koşullu salıverilmesine karar verilir."

Ağır para cezasına ilişkin 68 inci maddeye göre, ağır para cezasının genel sınırları üçyüzellimilyon liradan doksanmilyar liraya kadardır. Maddenin ikinci fıkrasıyla 647 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve hâkimin her olayda para cezasını ne suretle takdir ve belirleyeceğini gösteren hükmü tamamlanmış ve suçlunun elde ettiği yararın ve suçun meydana getirdiği zararın ağırlık ve hafiflik derecesinin cezanın sosyal etkisinin, uyarma amacı ve buna benzer diğer hâllerin de, temel ceza belirlenirken göz önüne alınacağı açıklanmıştır. Hâkimin bütün diğer cezalarda, temel cezayı belirlerken göz önüne alması gerekli hususları belirten 79 uncu madde, elbette ki, para cezaları bakımından da geçerlidir. Ancak para cezalarını ihdas ederken, Tasarının kabul ettiği ilke yani bu cezanın esas itibarıyla yarar sağlama amacını güden suçlar karşılığı bir yaptırım olarak kabulü dolayısıyla, bu maddeyle para cezalarının takdirinde göz önünde bulundurulacak esasların ayrıca vurgulanması uygun sayılmıştır.

69 uncu maddeye göre, hafif para cezasının genel sınırları yüzmilyon liradan onmilyar liraya kadardır. Bu para cezasına ait temel cezanın saptanmasında da 68 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan esaslara uyulacaktır.

70 nci madde, nispî para cezalarını tanımlamaktadır: Madde metnine göre kanunda aşağı sınırı gösterilen para cezaları da, tanıma uyuyorsa nispî para cezası olarak sayılacaktır. Tasarının 71 inci maddesi para cezalarının infazı hakkındaki esasları göstermektedir. Maddeyle hâkimin, para cezalarını takside bağlama yetkisine yürürlükteki hükümlere göre daha fazla esneklik getirilmiş ve başvuru üzerine takside ilişkin kararlarında değişiklik yapılabilmesi kabul edilmiştir. Ayrıca para cezasının ödenmemesi hâlinde kırkmilyon liranın bir gün hapse karşılık sayılacağı belirtilmiştir.

Tasarının 72 nci maddesiyle, kamu hizmetlerinden yasaklanmanın sadece fer'î bir ceza olduğu, mahkûmiyetin kanunî neticesi olarak hükmolunamayacağı ve en çok süresinin üç yıldan ibaret bulunacağı kabul edilmiş ve böylece suçlunun iyileştirilmesi ve yeniden sosyalleştirilmesi, topluma kazandırılması bakımlarından önemli bir yenilik gerçekleştirilmiştir.

73 üncü maddede yer alan "bir meslek veya sanat veya ticaretin icrasının durdurulması" cezası bakımından da, aynı nedenlerle aynı esaslar belirtilmiştir. Bu cezanın süresi en çok iki yıldır. Maddeyle getirilen çok önemli bir yenilik, cezanın ancak suça vasıta kılınan meslek veya sanat veya ticaretin icrasının durdurulması hakkında uygulanabileceğidir. Bu ceza meslek, sanat veya ticaretle ilgisi bulunmayan bir suç dolayısıyla hükmedilemeyecektir.

74 üncü maddede yer alan "işyerinin kapatılması" fer'î cezası ise, sadece belirli bir yerde sanat veya mesleğin icra edilemeyeceğine ilişkin bir yasağı kapsamaktadır.

75 inci maddede "sürücü belgesinin geri alınması" fer'î cezası yer almıştır.

76 ncı madde, fer'î cezaların ne zamandan itibaren infazına başlanacağını göstermektedir. Bu maddenin ikinci fıkrasında, erteleme ve özel af gibi nedenlerle aslî cezanın infaz edilememesi hâlinde, hükümde veya af işleminde fer'î cezaların infaz edileceği açıkça beyan edilmişse, kesinleştiği tarihten itibaren uygulanacağı belirtilmiş ve son fıkrada aslî cezanın ertelenmesi hâlinde işyerini kapatma cezasının da uygulanamayacağı açıklanmıştır.

77 nci maddenin birinci fıkrasında, kamu hizmetlerinden yasaklanma, ikinci fıkrada, bir meslek veya sanat veya ticaretin icrasının durdurulması cezalarının hükmedilebilecekleri hâller gösterilmektedir. Memuriyet sıfatının suçun unsurunu veya ağırlatıcı nedenini oluşturduğu fiillerde hâkim, takdirine göre, fail hakkında verilecek cezaya ek olarak kamu hizmetlerinden yasaklanma cezasına da hükmedebilmesinin toplum savunması bakımından gerekli olduğunu saptayacak olursa, aslî ceza süresini geçmemek üzere bu cezaya hükmedebilecektir. Ancak ceza süresi hiç bir suretle hükmedilen aslî cezanın süresini aşamayacaktır. Kanunun cezayı ayrıca koymuş bulunduğu hâllerde bu maddedeki yetkinin ayrıca kullanılamayacağı doğaldır.

Maddenin ikinci fıkrasında, bir meslek veya sanat mensubu olmanın veya ticaretle meşgul bulunmanın suçun unsurunu veya ağırlatıcı nedenini oluşturduğu hâllerde, bir meslek veya sanat veya ticaretin icrasının durdurulması cezasına üç günden iki yıla kadar bir süreyle, hâkimin takdirine göre, aslî cezaya ek olarak hükmedilebileceği ve fakat her hâlde sürenin aslî cezayı geçemeyeceği belirtilmiştir. Böylece her iki fer'î cezanın fail hakkında otomatik olarak uygulanmasının sakıncası, hâkime takdir hakkı verilmesi suretiyle giderilmiştir. Madde, Tasarının kabul etmiş bulunduğu suç ve ceza siyasetinin kovaladığı esas hedefi vurgulamış olmaktadır. Ancak toplum savunması zorunlu kılmışsa ehliyetsizliğe hükmedilebilecektir. Madde, bu şekliyle uygun bir bireyselleştirme aracı niteliğindedir.

Tasarının 78 inci maddesi müsadere ve yeni bir kurum olarak, suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi fer'î cezalarını baştan başa yepyeni bir şekilde düzenlemiş bulunmaktadır. Gerekli ayrıntılara maddenin gerekçesinde yer verilmiştir.

Tasarının 81 inci maddesinde, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün hâller nedeni ile geçirilmiş sürelerin ceza mahkûmiyetinden indirileceği açıklanarak mahsup kuralına adil bir genişlik getirilmiştir. Mahkûmiyet para cezasına ilişkin ise, 64 üncü maddedeki eşdeğerlilik (muadelet) kuralına uyularak indirim yapılacaktır.

82 nci madde, cezanın ertelenmesini düzenlemektedir. Deneme süresi, hükmün verildiği tarihten başlayacaktır. Ayrıca deneme süresi içinde suç işlenmesi hâlinde, ertelemenin düşmesi kabul edilmekle beraber, hükmün kesinleşmesi koşulu aranmayacaktır. Cezası ertelenen mahkûm, deneme süresi içinde uygun bir denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulabilecektir. Hâkim bu hususu, suçlunun içinde bulunduğu koşullara göre saptayabilecektir.

Maddenin dokuzuncu fıkrasında denetimin niteliği ve maksadı ve bu dönemde hükümlüye ne gibi yükümlülüklerin konulabileceği açıklanmaktadır.

Tasarının Altıncı Bölümü "Dava ve Cezanın Ortadan Kaldırılması" başlığını taşımakta ve 83 ilâ 93 üncü maddelerde ölüm, af, dava zamanaşımı, durması, ceza zamanaşımı, fer'î cezalarda zamanaşımı, ceza zamanaşımının kesilmesi, zamanaşımının hesabı ve uygulanması, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete ve şahsî davaya bağlı suçlar, dava ve cezanın düşmesinin etkisi, önödeme konuları düzenlenmektedir. Bu konudaki önemli bir değişiklik, dava zamanaşımının kesilmesinin kaldırılmasıdır. Bunun yerine zamanaşımı sürelerinin daha uzun olarak saptanması uygun görülmüştür.

Tasarının Birinci Kitabının Dördüncü Kısmının Yedinci Bölümünde yer alan, 94 ilâ 99 uncu maddelerde Türk ceza mevzuatında reform niteliğinde bir yenilik gerçekleştirilmekte ve Anayasanın 38 inci maddesinde sözü edilen güvenlik tedbirlerine Tasarıda böylece ayrıntılı olarak yer verilmektedir:

Güvenlik tedbirleri, suçludaki tehlike hâliyle orantılı olarak hükmedilen veya hükmedilebilen ve esas itibarıyla sosyal savunma amacına yönelmiş bulunan bir yaptırım çeşididir. Bu tedbirler, suçluyu iyileştirme yoluyla sosyal yararı sağlama amacını güder. Ancak Tasarı, yukarıda açıklandığı üzere güvenlik tedbirlerinde de suçta ve cezada kanunîlik esasını uygulamaktadır. Bu nedenle Tasarının kabul ettiği sistemde, güvenlik tedbirleri ancak kanunun belirlediği veya hâkime yetki verdiği hâllerde uygulanacaktır. Böylece güvenlik tedbirlerinin hükmedilişlerinde yargı sistemi uygulanacaktır. Güvenlik tedbirleri failin bir suç işlediği yargı usulleriyle saptandıktan sonra uygulanabilecektir. Ancak güvenlik tedbirlerinin infazı da, cezalar gibi idarî niteliktedir. Bu nedenle, güvenlik tedbirlerinin esas nitelik, amaç ve sonuçlayacakları yoksunluk ve sağlayacakları olanaklar değişik maddelerde belirtilmektedir. Bu suretle kanunîlik esasına sadık kalınmakla birlikte, Tasarının 99 uncu maddesi, güvenlik tedbirlerinin infazında uygulanacak usul ve esasları Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun ile özel tüzüğüne bırakmıştır.

Tasarı, 94 üncü maddesinde, güvenlik tedbirlerinin "hürriyeti bağlayıcı olanlar", "haklardan yoksunluğu gerektirenler" ve "önleyici kefalet" olmak üzere üçe ayırmış, böylece diğer bazı kanunların tutumundan farklı olarak, mameleke ilişkin güvenlik tedbirlerine yer vermemiştir. Maddenin değişik bentlerinde üç grup hâlindeki güvenlik tedbirleri gösterilmiştir.

Tasarı, güvenlik tedbirlerinin, esas itibarıyla, suçlular ve suçlar hakkında asıl cezaya ek olarak uygulanması sistemini kabul etmiş bulunmaktadır. Ancak 96 ncı maddenin ikinci fıkrasında da belirtildiği üzere, mahkûmiyet süresi iki yılı aşmayan bir hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmiş suçlunun, kişilik özellikleri göz önüne alınarak cezasının aynı süreyle bir "eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde ıslah edilme" veya "denetimli serbestlik" tedbirlerinden birine çevrilmesine mahkemece karar verilebilecektir. Böylece, Anayasanın 38 inci maddesi çerçevesinde cezalar yerine, güvenlik tedbirlerine hükmedilebilmesi olanağı elde edilmiş olmaktadır.

94 ilâ 99 uncu maddeler, güvenlik tedbirlerini çeşitli yönlerden düzenlemiştir. Bu maddelerin gerekçelerinde ayrıntılı açıklamalar yapıldığından burada ayrıca söz konusu maddeler üzerinde durulması gerekli görülmemiştir.

Birinci Kitabın "Çocuk ve Küçüklere İlişkin Hükümler" başlığını taşıyan Beşinci Kısmı hakkında yukarıda gerekli açıklamalar yapılmıştır; asıl bilgiler için maddelerin gerekçelerine bakılmalıdır.

Tasarının İkinci Kitabı, özel hükümleri içermektedir. Bu Kitap içinde suçlar, ihlâl ettikleri hukukî yararın niteliğine göre, üç büyük ayrı kısım hâlinde toplanmış ve tasnif edilmişlerdir. Bilindiği üzere her suç, bir kısım hukukî yararları ihlâl eder veya belirli yararları korumak amacıyla meydana getirilir. Tasarı bu yararları üç büyük kısım hâlinde bir tasnife tâbi tutmaktadır: Başta kişilere ait yararlar gelir. İkinci olarak toplumun, üçüncü olarak da, toplumun en büyük örgütlenmesini oluşturan Devletin yararları söz konusu olur. Bu itibarla bir defa suçların üç ana bölüm hâlinde tasnif edilmesi uygun görülmüştür. Her ana bölüm içinde de yine esas karakteri kişilere, topluma ve Devlete yönelik olmakla birlikte ayrıca müstakil kategori oluşturan suçlar ayrı bölümler içine konulmuşlardır. Belirtilen esas çerçevesinde Özel Kısmın tasnifi şöyledir;

"Kişilere Karşı Suçlar" başlığını taşıyan Birinci Kısım, ihlâl edilen insan haklarının niteliğini göz önünde bulundurmak suretiyle on bölüme ayrılmıştır.

Birinci Bölüm : Jenosit ve İnsanlığa Karşı Suçlar

İkinci Bölüm : Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti

Üçüncü Bölüm : Hayata Karşı Suçlar

Dördüncü Bölüm : İşkence

Beşinci Bölüm : Beden Bütünlüğüne Karşı Suçlar

Altıncı Bölüm : Çocuk Düşürme ve Düşürtme Suçları

Yedinci Bölüm : Hürriyete Karşı Suçlar

Sekizinci Bölüm : Şerefe Karşı Suçlar

Dokuzuncu Bölüm : Hayatın Gizli Alanına ve Özel Hayata Karşı Suçlar

Onuncu Bölüm : Malvarlığına Karşı Suçlar

Onbirinci Bölüm: Müşterek Hükümler

İkinci Kitabın "Topluma Karşı Suçlar" başlığını taşıyan İkinci Kısmında şu bölümler yer almaktadır :

Birinci Bölüm : Genel Tehlike Yaratan Suçlar

İkinci Bölüm : Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar

Üçüncü Bölüm : Kamu Güvenine Karşı Suçlar

Dördüncü Bölüm : Kamu Düzenine Karşı Suçlar

Beşinci Bölüm : Ulaşım ve Haberleşme Araçlarına Karşı Suçlar

Altıncı Bölüm : Cinsel Bütünlüğe ve Edep Törelerine Karşı Suçlar

Yedinci Bölüm : Aileye Karşı Suçlar

Sekizinci Bölüm : Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar

Dokuzuncu Bölüm : Bilişim Alanında Suçlar

Onuncu Bölüm : Müşterek Hükümler

İkinci Kitabın "Millete, Devlete ve Kamusal Barışa Karşı Suçlar ve Son Hükümler" başlığını taşıyan Üçüncü Kısmında şu bölümler yer almıştır :

Birinci Bölüm : Devletin Ülkesine, Egemenliğine ve Birliğine Karşı Suçlar

İkinci Bölüm : Anayasa Düzenine ve Devlet Kuvvetlerine Karşı Suçlar

Üçüncü Bölüm : Millî Savunmaya Karşı Suçlar

Dördüncü Bölüm : Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk

Beşinci Bölüm : Kamu Hizmeti ve Görevlerine Karşı Suçlar

Altıncı Bölüm : Devletin Egemenlik Alametlerine, Organlarına ve Memurlarına Hakaret Suçları

Yedinci Bölüm : Adliyeye Karşı Suçlar

Sekizinci Bölüm : Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar

Dokuzuncu Bölüm : Memurlar Tarafından İşlenen Suçlar

Onuncu Bölüm : Müşterek Hükümler

Onbirinci Bölüm : Son Hükümler

Yukarıya aktarılan tasniften de anlaşılacağı üzere Tasarı, kişilere karşı suçlara özel hükümlerin başında yer vermiş bulunmakta ve böylece, insanı ve insan haklarını koruma ilkesine verdiği üstün değeri ifade etmek ve esasını oluşturan suç ve ceza politikasının temel hedefini bir kere daha vurgulamak istemektedir. Tasarının bu Kısmına "Jenosit ve İnsanlığa Karşı Suçlar", "Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti" bölümleri ile başlamış olması, Tasarının, insancıl değerleri vurguladığını gösteren anlamlı bir işaret sayılmalıdır.

Üç ayrı kısım içinde yer alan bölümlerin maddelerinde, korunmak istenen hukukî yarar göz önünde bulundurulmak suretiyle sıralama yapılmış ve böylece aynı hak ve yararı ihlâl eden suçlar aynı bir bölüm içerisinde toplanmıştır. Bilindiği gibi bazen aynı bir suç, birden çok yararı aynı zamanda ihlâl edebilir ve değişik yararları aynı zamanda koruma hedefini güdebilir. Bu gibi hâllerde, suça ilişkin değişik hak ve yararlar arasında galip olan, üstün sayılan yarara göre maddenin yeri saptanmıştır. Bu tasnif kanunun uygulanmasında, yorumda kolaylık sağlayacak ve hukukçu olmayanlar için ilgili hükümleri bulmak kolaylaşacaktır.

Tasnif yönünden uygulanan diğer bir esas da, aynı bir kısmın değişik bölümleri arasında ortak hükümlerin, her kısmın sonundaki "müşterek hükümler" başlığını taşıyan bölüme yerleştirilmiş olmasıdır. Aynı bir bölüm içinde yer alan değişik suçlar bakımından müşterek olan hükümler ise, o bölümün sonuna konulmuştur.

Tasarının özel hükümlerin tasnifi bakımından getirdiği diğer bir özellik de, kabahat derecesindeki suçlar için, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak, ayrı bir kısım tahsis edilmiş olmamasıdır. Kabahat derecesindeki suçlara da ihlâl eyledikleri veya korumak amacında bulundukları hukukî yarar göz önüne alınmak suretiyle ilgili bölüm içinde yer verilmiştir.

Bölümler içerisindeki suçlara ise şu esasa göre yer verilmiştir.

Suçlara, işlenişlerindeki yoğunluğa ve korunan hak ve yararın önemine göre bölüm içerisinde öncelik verilmektedir. Bu sıra çerçevesinde önce suçun basit şekli yer almakta, sonra nitelikli şekli gösterilmektedir. Bileşik suçlara ise, diğer suçlardan sonra yer verilmektedir. Suçlar, ilke olarak bölümler içerisinde böylece yer almakla birlikte, unsurlarının bir kısmı müşterek olan fiillerin karşılaştırmayı ve uygulamada kolaylığı sağlamak üzere, birbirini izlemesine de dikkat edilmiştir.

1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun esas sistemi itibarıyla her ihtimali ayrı ayrı göz önüne alarak bunlara göre cezayı ayrı ayrı tertipleyen, hâkimin takdir hakkına fazla yer vermeyen, vak'acı "casuistique" nitelikte bulunduğu bilinmektedir. Bu hâlin gerek bizdeki hukuk uygulamasının geleneksel özelliklerinden, gerek suçta kanunîlik ilkesinin çok abartılı şekilde anlaşılmasından kaynaklandığı ayrıca bilinmektedir. 1960'lardan sonra meydana getirilen çağdaş kanunlar, kanunîlik ilkesine tam sadık kalmakla birlikte, bu sistemden bir ölçüde ayrılmış ve değişik olasılıkları kapsayabilecek ibareleri içeren ve hâkime kanunu olaylara uydurabilecek derecede takdir hakkı sağlayan bir tutumu yansıtmışlardır. Tasarıda, bu iki akım arasında ortalama bir yolun tercihi uygun sayılmıştır. Böylece yürürlükteki Kanunun abartılı "casuistique" karakteri, Tasarıda yer almış değildir ve fakat suçta kanunîlik ilkesini zedeleyebilecek derecede metinlere genişlik verilmesi de uygun sayılmamıştır.

Tasarının Özel Kısmında yer alan suçları belirleyen maddelerine ilişkin gerekçeler ayrıntılı olarak kaleme alınmış ve metinle birlikte sunulmuştur. Bu nedenle, Genel Gerekçede uygulanan suç ve ceza siyaseti bakımından, gerekli sayılan yukarıdaki açıklamalarla yetinilmesi ve maddeler hakkındaki gerekçelere tümüyle yollamada bulunulması uygun sayılmıştır.

1960'lardan sonra insan haklarına ve demokrasi ilkeleri ile uyumlu ceza hükümleri getirme akımına Tasarıda özellikle yer verilmiş ve bununla orantılı olarak yeni hükümler metinde yer almıştır. Bunların gerekçeleri her madde bakımından ayrı ayrı sunulmuştur.

 

Tags: adil yargılanma hakkı | bursa ceza avukatı | ceza | ceza avukatı | ceza hukuku | ceza kanunu | genel gerekçe | gerekçe | istanbul ceza avukatı | perpa ceza avukat | perpa ceza avukatı | suç | türk ceza kanunu


e-mail:
info @ kaydulhukuk.com

Telif Hakkı © 2012 Kaydul Hukuk Bürosu. Tüm hakları saklıdır. Bu sitede paylaşılan bilgiler yalnızca bilgilendirme amaçlı olup,
Türkiye Barolar Birliğinin ilgili düzenlemeleri uyarınca reklam, teklif, hukuki öneri veya danışmanlık teşkil etmez.