T.C.
Başbakanlık
Kanunlar ve Kararlar
Genel Müdürlüğü
12.5.2003
Sayı :
B.02.0.KKG.0.10/101-540/2092
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza
arzı Bakanlar Kurulunca 14.4.2003 tarihinde kararlaştırılan “Türk Ceza Kanunu
Tasarısı” ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
GENEL GEREKÇE
1960'lardan bu yana ceza hukukundaki yeni ve
demokratik gelişmelere yer vermek amacı ile Adalet Bakanlığınca, "Temel
Kanunlarda Çalışmalar Yapmak Üzere Kurulacak Komisyonların Kuruluş ve Çalışma
Usullerine İlişkin Yönetmelik" gereğince, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer'in
Başkanlığında 14.1.1985 tarihinden itibaren sivil ve askerî Yargıtay üyeleri,
savcılar, hâkimler, avukatlar, öğretim üyeleri ve Adalet Bakanlığı
mensuplarının iştiraki ile üç komisyon görevlendirilmiştir :
1. 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlayan
ve 14.1.1985 tarihinde kurulan Komisyon;
2. 1997 Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlayan
ve 6.6.1996 tarihinde kurulan Komisyon;
3. 2001 Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlayan
ve 21.12.1999 tarihinde kurulan Komisyon.
İlk Tasarı 1987 yılında gerekçesi ile birlikte
yayınlandıktan sonra, çeşitli çevrelerden gelen eleştiriler toplanmış ve bütün
görüşler değerlendirildikten sonra 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısı meydana
getirilmiştir.
1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından bazı hükümler
1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununa 21.11.1990 tarihli ve 3679
sayılı Kanunla nakledilerek kanunlaştırılmıştır. İkinci Komisyondan metnin
yeniden gözden geçirilmesi istenmiş ve Başkanlığına Ord. Prof. Dr. Sulhi
Dönmezer'i seçen bu Komisyon bir yıl süren çalışmalar sonunda metne yeni
şeklini vermiştir. Bu metin, Kanun Tasarısı hâline getirilerek Bakanlar
Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkolunmuş ve Adalet Komisyonunun
gündemine alınmış ve bir Alt Komisyon kurulmuştur. 1999 yılında seçimlerin
yenilenmesi üzerine Tasarı, Hükûmet tarafından, yeniden incelenmesi için geri
çekilmiş ve yeni bir Komisyon kurulmuştur. Komisyon ilk iş olarak 1997 metnini
bütün barolara, üniversitelere, Devlet kuruluşlarına ve başta Yargıtay olmak
üzere adlî kuruluşların tümüne, Askerî Yargıtaya, Danıştaya göndermiş ve metin
hakkında görüşlerin yazılı olarak bildirilmesini istemiştir. Gelen bütün
görüşler değerlendirilmiş ve 11 çalışma toplantısında 24 gün çalışma yapılarak
yeni bir metin meydana getirilmiştir. Bu metin Adalet Bakanlığınca tekrar bütün
bakanlıklara, üst yargı kuruluşlarına, bir kısım Devlet teşkilâtına, üniversite
ve barolara gönderilerek görüşleri istenmiş ve bu görüşlerin tümü Komisyon
tarafından incelenip değerlendirildikten sonra 2001 Türk Ceza Kanunu Tasarısı
meydana getirilerek Adalet Bakanlığına sunulmuştur.
Bu genel gerekçe, 1989 metnine ilişkin genel
gerekçenin gözden geçirilmiş ve 2001 metnine uydurulmuş ve eklenen yeni
hükümleri ayrıca içeren yeni bir metindir. Ceza hukuku biliminde ve mukayeseli
kanunlarda yer alan yeni ilke ve esaslar 2001 Tasarısına ve gerekçesine
yansıtılmıştır. Bu arada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun ile 13/7/1965 tarihli
ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda yapılan değişiklikler de 2001
Tasarısına aynen yansıtılmış ve Tasarıya son şekli verilmiştir.
Avrupa ülkelerinde XVIII. Yüzyılın ikinci
yarısından itibaren yeni ceza kanunları yapma hareketlerine girişildiği ve XIX.
Yüzyıl süresince bu hareketin yaygınlaşarak sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu
dönemde meydana getirilen ceza kanunlarının ortak özellikleri arasında en
önemlileri, cezalarda şiddetin, ölüm cezasının uygulandığı hâllerin azaltılması
ve hürriyet ve haklara üstün yer verilmesi, işkence usullerinin
kaldırılmasıdır. Bununla birlikte XIX. Yüzyılın başından itibaren meydana
getirilen kanunlarda ağır cezalar yeniden itibar görmeye başlamış ise de XX.
Yüzyılın ikinci yarısından sonraki dönemde cezalarda yumuşama akımı kendisini
göstermiş ve bu hususta liberalizm ve hümanizm başlıca etkenleri oluşturmuştur.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun kaynağını teşkil eden 1889 İtalyan
Zanardelli Kanunu, ilk şekli itibarıyla, bu akımların belirgin bir örneğini oluşturmuştu.
XX. Yüzyıla gelindiğinde Birinci Dünya
Savaşından önceki dönemde gerçekleştirilen kanun değişikliklerinde ve meydana
getirilen yeni ceza kanunu tasarılarında, Pozitivist teorinin etkileri açıkça
görülmektedir. Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasındaki dönemde ise, ceza
kanunları değiştirilmekle birlikte, bunları tamamlayıcı kanunlarla ikmal etme
yolu da tutulmuş ve böylece genel ceza kanununun dışında belirli sosyal ve
ekonomik alanlara ilişkin ve ceza hükümlerini içeren çok sayıda özel kanun
meydana getirilmiştir. Bu tip kanunlara öğretide "ceza hükümlerini içeren
tamamlayıcı kanunlar" denilmektedir. Bir alanın, çeşitli kısımları
itibarıyla ve değişik hukuk dalları yönünden düzenlenmesi ve yaptırımları
oluşturan cezaların da aynı bünyede yer alması suretiyle uygulayıcılara
kolaylık sağlanması ihtiyacı ortaya çıktığından bu yol tutulmaktadır. Söz
gelimi, uyuşturucu maddeleri çeşitli yönlerden düzenlemek söz konusu olduğunda,
bunların doğal maddesini veren bitkilerin ekiminden imaline, dağıtımına,
tekellerin yürütülmesine, ticaretine, kanun dışı sevk, nakil ve ithâline,
satışına ve kullanılmasına ilişkin bütün hükümlerin ve yaptırımların hatta
zorunlu ceza hukuku kurallarının, ayrı bir kanun içerisinde belirtilmesi,
çeşitli yönlerden yarar sağlayacağından, bu hükümlere genel ceza kanunları
bünyesi içerisinde yer verilmemesi yeğlenmiştir. Türk mevzuatının bazı
konulardaki gelişmesi de bu yaklaşımı yansıtmaktadır.
XX. Yüzyılda İkinci Dünya Savaşına kadar geçen
dönemde, gerek genel ceza kanunlarındaki, gerek tamamlayıcı özel ceza
kanunlarındaki değişikliklerde kriminolojinin, suç ve ceza siyasetinin çok açık
etkileri görülmektedir.
Gerçekten de Batıda XX. Yüzyıla ait ceza kanunu
yapma ve değiştirme, tamamlayıcı ceza kanunlarını meydana getirme hareketleri
özellikle, kriminolojik araştırmaların sonuçlarını göz önüne alan belirli bir
suç ve ceza siyasetinin esaslarına dayandırılmıştır. Bir ülkede suça karşı
toplumun tepkisini yansıtan ceza mevzuatının, mutlaka belirlenmiş, kısımları ve
unsurları itibarıyla ahenkli bir yapıya sahip yeni bir sistem oluşturan ve
fakat aynı zamanda değişen sosyal koşullara uydurulabilecek nitelikte esnek bir
suç ve ceza siyasetine dayanması gerekir. Hâl ve koşullara tâbi olunarak veya
bir kısım kamuoyunun yahut baskıların etkisi altında kalınarak meydana
getirilmiş veya hükümleri değiştirilmiş bir ceza mevzuatı, bazı yazarların
deyimiyle "panik mevzuatı", çağın müktesebatına uygun ve toplumun
ihtiyaçlarını karşılayacak hukukî bir araç oluşturamaz. Sözü edilen panik
mevzuatı, toplumların, bazı tarih dönemlerinde suçu önlemekteki
yetersizliklerinden, vatandaşların haklarını korumak hususundaki
başarısızlıklardan kaynaklanmaktadır.
Ceza mevzuatı, çağın gereklerini ve yeniden
oluşan millî ve insanlığın ortak değerlerini vurgulayan, insan haklarını ve
toplumsal güvenliği korumayı hedefleyen bir "suç ve ceza siyasetine"
dayandırılmalıdır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 23 Haziran
1983 tarihli 361 inci toplantısında alınmış tavsiye kararı çerçevesinde kurulan
özel komitenin meydana getirildiği ve 1984 yılında yayınlanmış bulunan Raporda,
suç siyaseti şu suretle tanımlanmaktadır: "Suç siyaseti, suçlularla meşgul
olarak ve suç mağdurlarının haklarını güvence altına alarak, toplumu suça karşı
korumayı hedef alan cezaî veya diğer nitelikteki değişik tedbirler ve
araçlardan oluşan politikayı ifade eder." Bir cümleyle belirtilmesi
gerekirse, genel ve özel önleme dahil, suça karşı direnç ve mücadelede
hedefleri belirlemek, araçları saptamak ve bunların ne suretle
kullanılacaklarını göstermek, bunu yaparken insan haklarına saygıyı daima göz
önünde bulundurmak üzere oluşturulan stratejiler ve bunların uygulanmaları
sanatı, suç ve ceza siyasetini oluşturur ve ceza kanunları ve mevzuatı söz
konusu siyasetin en başta gelen uygulama araçlarını oluşturacağından mevzuatın,
suç ve ceza siyasetinde saptanmış ilkelere ve hedeflere göre düzenlenmesi
gerekir.
İkinci Dünya Savaşına kadar olan dönemde Batı
ülkelerinde uygulanan suç siyaseti çerçevesinde suçlu çocuklara, çocuk
mahkemelerine, koşullu salıvermeye, tekerrüre, itiyadi suçlulara, hafifletici
nedenlere, özel hukuk tüzel kişilerinin sorumluluğuna, denetimli serbestliğe,
sosyal savunmaya, süresi kesin olmayan hükme ve diğer benzeri kurumlara ilişkin
hükümleri kapsayan ceza kanunlarını tamamlayıcı özel kanunlar meydana
getirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşından ve özellikle 1960'lardan
itibaren çok sayıda ceza kanununun geniş ölçüde değiştirildiği veya yerlerine
yenilerinin konulduğu görülüyor: İtalyan Ceza Kanunu geniş ölçüde
değiştirilmiş, Alman, Avusturya, İspanyol, Japon, Sovyetler Birliği, Doğu Bloku
ülkeleri yeni ceza kanunları yapmışlardır. İsviçre yeni bir Ceza Kanunu
Tasarısı hazırlamış ve 1992 yılında bunu yayınlamış bulunmaktadır. 1994 yılında
yürürlüğe giren yeni Fransız Ceza Kanunu çağımız ceza hukukunun en gelişmiş bir
eseri olmak özelliğini taşımaktadır.
Dağılan Sovyetler Birliği ceza hukukunun
Marksist ilkelere bağlı olduğu bilinmektedir. Birliğin dağılmasından sonra
Rusya Federasyonu tarafından hazırlanan Ceza Kanunu 1 Ocak 1997 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Tasarının 2 nci maddesinin (1) numaralı bendinde hedefler
şu suretle belirtiliyor: "Bu Kanunun ödevleri: Kişinin ve yurttaşın hak ve
hürriyetlerini, mülkiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliğini, çevreyi, Rusya
Federasyonunu anayasal düzenine yönelik suçlardan korumak, barış ve insanlığın
güvenliğini sağlamak ve suçları önlemektir."
Batı ülkelerinde görülen ve yukarıda özetlenen
kanunlaştırma hareketleri karşısında Ülkemizdeki durum şöylece belirtilebilir;
Ülkemizdeki Ceza Kanunu yapma hareketlerinin
Tanzimattan kaynaklandığı bilinmektedir. Gülhane Hattı Hümayunu ile
"mahsusen bir ceza kanunnamesinin tanzimi" öngörülmüş, 1856 Islahat
Fermanında ise, aynı konuya değinilmekle birlikte hapis cezasının infazında
insancıl esaslara uyulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu esaslar çerçevesinde
yerli kanunlar olarak 1256 Ceza Kanunnamesi, sonra 1267 Kanunu Cedit meydana
getirilmiştir. Her iki kanun da çok basit, hükümleri çok noksan metinlerden
ibaret bulunduğu için bir işe yaramamış ve 1858 yılında, 1856 Islahat
Fermanındaki emre uyularak 1810 Fransız Ceza Kanunu, Ceza Kanunnamei Humayunu
adı ile aynen tercüme edilmek suretiyle 28 Zilhicce 1274 (1858) tarihinde
yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanun, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra
da, İmparatorluktan ayrılmış olan ve bağımsız devlet hâline gelen bazı
ülkelerde uygulanmaya devam etmiştir. Kanun değişik tarihlerde değiştirilmiş ve
bunlardan en önemlisi 1341 yılında gerçekleşmiştir.
1926 yılında yürürlükten kaldırılan bu Kanunun
yerine, 1889 İtalyan Zanardelli Kanunundan çok geniş ölçüde iktibas edilmek
suretiyle, hâlen yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun
getirildi. Kanun iktibas olunurken bir kısım hükümler 1274 Kanunundan yeni
metne aktarılmış, bu yüzden hükümler arasında çelişkiler meydana gelmiş ve bu
hâl Kanunun sık sık değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bugün de 1274
Kanunundan iktibas olunan bazı hükümler yürürlüktedir. Kanunun çeşitli
maddeleri 62 defa değiştirilmiş ve bunların bazıları çok kapsamlı olmuştur. Bu
Kanunun yerini almak üzere yapılan çalışmalardan yukarıda söz edilmişti.
Bir memleketin ceza kanunu, diğer bir ülkeden
iktibas suretiyle meydana getirilecek olursa, zaman içinde hükümlerin
değiştirilmesi ihtiyacının ortaya çıkması çok olağandır. Özellikle devlet ve
toplumun ana ilkelerini, yeni sosyal değerleri korumak bakımından kaynak
kanunda yeterli hüküm bulunmadığı için noksanların zaman içinde ceza kanununa
eklenen hükümlerle veya kanunlarla tamamlanmasına ve yeni değerlerin böylece
korunmasına çalışılacaktır. Ceza mevzuatında temel ihtiyaç, insanları, değişen
değerlere çabuk uydurabilmektir.
Kaldı ki, demokratik bir ceza kanunu, ortaya
çıkan ihtiyaçların baskısıyla veya gereği olarak gelecek kuşaklar tarafından
mutlaka değiştirilir. Toplumun değerler sıralamasında meydana gelen gelişmelere
göre, kanunun değişmesi, elbette ki, normal sayılmalıdır. Suç ve ceza siyaseti
bakımından en önemli husus değişen değerleri fazla zaman geçirmeden ceza
kanunlarına yansıtabilmektir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere, bütün bu
değişikliklerin uygun şekilde tertiplenmiş bir suç ve ceza siyasetine göre
yapılması gerekmektedir. Oysa bizde, sözü edilen kanun değişikliklerinin
tümünün belirlenmiş bir suç ve ceza siyasetine dayanılarak gerçekleştirilmiş
bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Yapılan değişikliklerin hiç olmazsa bir
kısmının panik mevzuatı niteliğinde bulunduğu da söylenebilir.
Yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765
sayılı Kanun üzerinde kısa bir irdeleme ve değerlendirme yapılacak olursa,
özetle şu hususlar saptanabilir:
Her şeyden önce Kanunun dili üzerinde durmak
gereklidir. Dil o kadar eskidir ki, değil günümüzde hukuk fakültelerinde okuyan
gençler, hatta belirli bir deneyim kazanmış hukukçular bile Kanunda geçen bazı
sözcükleri, anlamak şöyle dursun, doğru olarak telaffuz edememektedirler. Bir
kısım hukukçuların artık anlayamadıkları bir dil ile yazılmış bir Kanunu,
vatandaşların anlayıp algılayarak, hükümlerine uygun biçimde hareket etmesi,
elbette ki, beklenemez.
Ayrıca şu hususa da işaret edilmelidir ki, Kanunun
değişik tarihlerde geçirdiği değişikliklerde de, iktidarın anlayışına göre
farklı bir dil kullanılmış, yerleşmiş hukuk terimlerinde bile değişiklik
yapıldığı görülmüştür. Yürürlükteki 230 ve 240 ıncı maddelerin Türkçesi bu
hususta çok belirgin bir örnek olarak verilebilir. Yine bu nedenle, Yargıtay
kararlarında, yerleşmiş hukuk terimleri bile değiştirilmekte, bu bakımdan
değişik dairelerin kararlarında farklı terimler kullanılabilmektedir. Bu hâl
Ülkede hukuk birliği yönünden sakıncalar meydana getirebilir.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun yürürlüğe
girmesinden sonra çıkarılan özel kanunlarda, Kanunun hükümlerini bazen
vurgulayan, bazen bunlarla çelişen ve bazen sadece aynı hükümleri kelime
değişiklikleriyle tekrarlayan hükümler yer almış ve böylece duraksamalar ortaya
çıkmıştır. Bu hususta son yıllarda gerçekleşmiş iki örnek ayrıca verilebilir:
Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, hiç şüphesiz
Türk Ceza sisteminde çağdaş esasları vurgulayan büyük bir reform hareketini
yansıtmaktadır. Ancak teknik bakımdan bu Kanun cezaların infaz tarzına ait
esaslar dışında cezaların niteliğine ilişkin hükümler getirerek, 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Kanunun bir kısım maddelerini örtülü olarak ilga etmiş ve
bu bakımdan uygulamada duraksamalara neden olmuştur. Aynı suretle 7/11/1979
tarihli ve 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun da, çocukların ceza sorumluluğuyla ilgili esasa ilişkin
hükümler getirmiş ve bu konuda 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundaki
hükümler bakımından bir kısım duraksamalara neden olmuştur.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yapılan
değişikliklerin, hiç olmazsa bazılarının "panik mevzuatı" karakterini
taşıdığını da söylemek gerekir. Sözgelimi, 313 üncü maddede gerçekleştirilen
değişiklikler, bu maddenin korumak amacında bulunduğu hukukî yarar ile 168 inci
maddenin koruduğu değerlerin karışmasına neden olabilecektir.
Kanunun genel hükümlerinin önemli bir kısmının
çağdaş gelişmelere uygun bulunmadığını söylemek doğru olur; ilk maddelerinde
yer alan ve yabancı memleketlerde işlenen suçların Türkiye'de kovuşturulmasına
ilişkin bulunan hükümler, "non bis in idem" kuralına aykırı
nitelikler taşıdığı ve adalete aykırı çok ağır cezaların verilmesine götürdüğü
için, zaman içinde, Yargıtay alışılmış olmayan bir içtihat kurmak suretiyle
adaletsizliği gidermeye çalışmış ve sonra 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından
alınan 10/a maddesi ile kısmen de olsa sakıncanın giderilmesine girişilmiş bu
kere de Kanunun 7 nci maddesinin örtülü olarak kalkmış olup olmadığı problemi
ortaya çıkmıştır.
Bugünün koşulları içerisinde, ölüm cezasının
zorunlu ve nadir hâllerde ve çok ağır suçlarda kabul edilebilmesi olanaklı
görüldüğünden 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun yine 1989 Türk Ceza Kanunu
Tasarısından esinlenerek 11/10/1992 tarihli ve 3679 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikle, belirtilen gereklere uymuş ve ancak çok ağır bazı suçlar
bakımından bu cezayı öngörmüş bulunmaktaydı. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı
Kanunla, Anayasanın 38 inci maddesinde yapılan değişiklikle, savaş, çok yakın
savaş ve terör suçları hâlleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği hükmü
getirilmiş olduğundan, bu değişikliğe uygulama yeteneği kazandırılması
amacıyla, 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle, 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı
Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı
Orman Kanununda yer alan idam cezaları savaş ve çok yakın savaş tehdidi
hâllerinde işlenmiş suçlar için öngörülenler hariç olmak üzere müebbet hapis
cezasına dönüştürülmüştür. Ancak Ülkemizde yıllardan beri uygulanmayan bir
cezanın hâla kanunlarda yer almakta devamı artık yerinde bir tutum
sayılamayacağından Tasarı bu cezayı hiçbir istisna gerektirmeksizin
kaldırmıştır.
Kanunun cezalar sistemi, 13/7/1965 tarihli ve
647 sayılı Kanunla getirilen değişikliklerden sonra mutlaka bir yeniden gözden
geçirmeyi gerektirir hâle gelmiştir. Böylece hürriyeti bağlayıcı cezalarda ağır
hapis, hapis ve hafif hapis ayırımının bir anlamı kalmamıştır. Hürriyeti
bağlayıcı cezaların seçenekleri arasında bugün artık uygar ülkelerin pek
çoğunda başarı ile uygulanmakta bulunan "kamu yararına çalıştırma" ve
"uzlaşma" kurumuna yer verilmemiş olması önemli noksanlıklar
sayılmalıdır.
Mahkûmiyetin kanunî neticeleri, müebbet fer'î
cezalar, ceza ve güvenlik tedbirleri, günümüzün geçerli insancıl görüşleri ile
ceza sisteminde mutlaka göz önünde bulundurulması zorunlu, suçlunun
iyileştirilmesi, yeniden sosyalleştirilip toplumla bütünleştirilmesi ve bu
maksatla uygun bir iyileştirmeyi gerektirdiği, bir yeniden sosyalleştirmeye
tâbi tutulması hususundaki çağdaş ceza bilimlerinin ortak esaslarıyla
bağdaşabilir nitelikte değildir.
13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanunla yapılan
reformlar sonucu, cezanın ertelenmesinin düzenlenmesine ilişkin esasların, bir
miktar düzeltilmiş bulunduğunu kabul etmek olanaklı ise de, bugünün geçerli
ceza görüşleri çerçevesinde bu kadarı yeterli sayılamaz. Kanun hükümlerinin
yeterince açık olmaması, erteleme konusunda, söz konusu Kanundaki bazı
hükümlerin bile uygulanamayacağını ifade eden Yargıtay kararlarına neden
olabilmiştir.
Teşebbüs konusunda failin ne zaman icraya geçmiş
bulunacağına ilişkin olmak üzere öğretide belirtilen ve yabancı mevzuatta yer
alan görüşlerden 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun uzak kalması,
hükümlerin uygulanmasında hatalara neden olmuştur.
Teşebbüsten gönüllü vazgeçme yanında bütün
suçlarda etkin pişmanlık hâline genel hükümler arasında yer verilmemiş olması,
uygun suç ve ceza siyaseti bakımından önemli bir noksanlık sayılmalıdır.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan
iştirak hükümlerinin yazılış tarzı duraksamalara neden olmakta ve ayrıca özel
kısma konulmuş ve bazı suçlara ilişkin özel iştirak hükümleri anlamsız
sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Söz gelimi 1/3/1926 tarihli ve
765 sayılı Kanunun 168 inci maddesini ihlal edenler, 146 ncı maddenin üçüncü
fıkrasındaki fer'î iştirake ilişkin özel hüküm nedeniyle 313 üncü maddeye göre
mahkûm edilenlerden çok daha az cezaya uğramakta idiler; kısmî bir değişiklik
ile bu sakıncanın giderilmesine geçen yıllarda çalışılmış, bu defa da 313 üncü
maddenin cezası doyurucu olmaktan çıkmıştır.
Ceza sorumluluğunda isnat yeteneğini etkileyen
nedenler bakımından Kanun, gerekli bir kısım hükümleri içermemektedir.
İsnat yeteneğini kaldıran akıl hastalığı
bakımından, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 46 ve 47 nci maddeleri çok
kere anlamsız ayırımlara ve adaletsizliklere neden olmaktadır.
Kusurun önemli bir kısmını oluşturan taksir hakkında,
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda genel bir hüküm ve tanım bulunmadığından
değişik maddelerde taksiri oluşturan hâller, bazen noksan olarak, sürekli
tekrarlanmaktadır.
Çocuk ve küçüklerin ceza sorumluluğu,
eğitimleri, toplum ile yeniden bütünleştirilmeleri bakımından 1/3/1926 tarihli
ve 765 sayılı Kanunda yer alan hükümler son derece geri kalmıştır ve noksandır.
Bu alanda uygar ülkelerdeki gelişmeler 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna
yansıtılamamıştır.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundaki hukuka
uygunluk nedenlerini belirten hükümler noksandır: Meşru savunmadan yararlanma
hususundaki koşullar çok kısıtlı olduğundan, suçlarla mücadelede en etkin bir
araç olan bu kurumun Türkiye'deki uygulaması sınırlı hâllerde olanak kazanmakta
ve insanlar, saldırı karşısında kendilerini savunma bakımından duraksamalar
içine düşmektedirler. Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılmasına ilişkin
hükümler yanlış tercüme sonucu bir anlam taşımamakta ve menfaatler durumuna
aykırı kararlar verilmektedir. Son yıllarda Yargıtayın yeni kararları bu
sakıncaların, kısmen de giderilmesini sağlamıştır.
Hukuka uygunluk nedenleri olup değişik Yargıtay
kararlarında da kabul edilmiş bulunan rıza, hakkın, meslekî hakların
kullanılması gibi nedenlerin Kanunda yer almamış bulunması önemli bir noksanlık
sayılmalıdır.
Cezaların gerçek içtimaı hâlinde, 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Kanun esas itibarıyla toplama sistemini kabul ettiği
hâlde, bazı hâllerde bu sistemden gereksiz olarak ayrılmakta ve böylece
sistemin mantığına aykırı sonuç ortaya çıkmakta idi. 1989 Türk Ceza Kanunu
Tasarısından, 11/10/1992 tarihli ve 3679 sayılı Kanun ile aktarılan hükümler,
bu sakıncaları belirli bir ölçüde olmak üzere gidermiştir.
Yıllardan beri yerleşmiş ve tekerrürün oluşması
için mahkumiyete ait cezanın infaz edilmiş bulunmasını zorunlu sayan madde
metninin yeterli derecede açık olmamasından kaynaklanan Yargıtay içtihadı
dolayısıyla, kurumun ceza hukukunda yararlı bir araç olmak niteliği azalmakla
kalmamış, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun bazı hükümlerini de anlamsız
söz (haşiv) saymak sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca 1/3/1926 tarihli ve 765
sayılı Kanunda yer alan özel tekerrür hâlleri, gereksiz hukuk labirentleri
yaratmakta ve verilen hükümlerin Yargıtayca bozulmasına ve böylece davaların
uzamasına neden olmaktadır.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanun,
"mağdurun ceza hükümleriyle korunmasını" ve olanak ölçüsünde suçlunun
suç yolundan caydırılmasını sağlamayı, bir suç ve ceza siyaseti ilkesi olarak
belirtmediği için suçların mağdurları yeterli derecede korunamamaktadırlar.
Özellikle cinsel özgürlüğe saldırı ve başta ırza geçme cürümlerinde suça hedef
olmuş bulunan kadın ve kızlar dava dolayısıyla bazen bir defa daha mağdur
hâline gelmektedirler.
Çağın en önemli suçluluk şekillerinden birisi
ekonomik ve örgütlü suçlardır. Bu konu ise özel hukuk tüzel kişilerinin ceza
sorumluluğunu güncel bir sorun olarak ortaya çıkarmıştır. Bu konuda öteden beri
sürdürülen çalışmalar bugün artık belirli ve yerleşmiş bir düzeye gelmiş
bulunmaktadır. Gerçekten Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 20 Ekim 1988 tarihli
tavsiye kararları ve (R(88)18) sayılı eki ile tüzel kişiliği haiz ekonomik
teşebbüslerin, belirli koşullarla, ceza sorumluluklarının üye devletlerce
kabulü hususunda tavsiye kararı vermiş bulunmaktadır. (Council of Europe,
Liability of enterprises for offencer-Recommandation No.R(88)18-20 October
1988) Birleşmiş Milletlerin 9-17 Nisan 2000 tarihlerinde topladığı
"Suçların Önlenmesi ve Suçluların İyileştirilmesi" Büyük
Konferansında örgütlü suç ile mücadelede tüzel kişilerin ceza sorumluluğu
konusu vurgulanmıştır.
Birleşmiş Milletlerce 2000 Aralık tarihinde
Palermo'da imzaya açılmış bulunan "Sınıraşan Örgütlü Suça Karşı Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi"nin 10 uncu maddesi tüzel kişilerin sorumluluğunu
tesis etmekte ve Sözleşmeyi kabul eden ülkeleri, belirtilen ciddî suçlar
nedeniyle tüzel kişileri sorumlu tutarak cezalandırmak taahhüdü altına
sokmaktadır. Ülkemiz bu Sözleşmeyi hemen imzalamış ve 30/1/2003 tarihli ve 4800
sayılı Kanunla söz konusu Anlaşmanın onaylanması uygun bulunmuştur. 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Kanun, tüm bu gelişmelerden de uzak kalmıştır.
Anayasamızın açık hükümlerine karşın, çağdaş
ceza hukukunda önemli bir yaptırım türü ve suçlunun iyileştirilmesi aracı olan
güvenlik tedbirleri, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda ayrıca ve ayrıntılı
olarak düzenlenmiş değildir. Gerek suçluyu iyileştirmek, gerek toplumu korumak
bakımından çağdaş ceza hukukunun önemle ortaya koyduğu güvenlik tedbirlerine
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda sistematik olarak yer verilmemiş olması
önemli bir noksan sayılmalıdır. Son gelişmelerde özellikle üzerinde durulan ve
Birleşmiş Milletler Konferansının tavsiye ettiği "uzlaşma"ya yer
verilmemiş olmasının bir noksanlık oluşturduğu, yukarıda açıklanmıştır.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun Özel
Kısmına ait hükümlerin belki daha da fazla eleştirilebilmesi olanağı vardır.
Bir defa 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun
Özel Kısmında olağanüstü vak'acı (casuistique) bir sistem uygulanmış, birbirini
izleyen, birbirinin istisnalarını oluşturan, istisnanın istisnasını ifade eden
madde ve fıkralar arasından olaya uygun bulunanı belirlemek hususunda
uygulamacılar duraksamalar içinde kalmışlardır. Uygulama hataları dolayısıyla
verilen kararlar, Yargıtayda bozulmakta ve davaların, sırf Ceza Kanunu
hükümlerinin düzenlenme biçimi nedeniyle bu yüzden uzadığı da görülmektedir.
Ayrıca aynı konuyu düzenleyen hükümler
bakımından tekrarlar vardır. Bir suç, bir fasılda düzenlendikten sonra bunun
istisnasının başka bir kısımda ve fasılda yer alması gibi uygulamada hatalara
yönlendiren hükümlere rastlanmaktadır.
Özel Kısmın ayrı bölümlerinde yer almış bulunan
ve aynı nitelikte olan hükümlerin uygulama alanlarını bulmak güçlükler
çıkarmaktadır; bu hususta 419 ve 576 ncı maddeleri örnek olarak vermek
olanaklıdır.
Sonradan yürürlüğe giren ve bir konuyu tümüyle
düzenleyen kanunlarda yer alması gerekli hükümlerin, sırf belirli suçlar
bakımından Ceza Kanununda kalmış bulunduğu görülmektedir. Söz gelimi 15/7/1950
tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı
Kanunun 427 nci maddeleri gibi.
Özel Kısmın değişikliklerinde cezaları
ağırlaştırmanın suçları engelleyeceği düşüncesi çok defa etmen olmuş ve bu
nedenle bazı suçlarda gerçekten algılanması güç cezalar söz konusu olduğu hâlde
diğer bir kısım suçların cezalarında şikâyetleri çekecek derecede yumuşak tutum
egemen bulunmuştur.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun
"Kabahatler" Kısmında yer almış bir kısım hükümlerinin belediye
tedbirleri ile karşılanabilecek nitelikte olduğu, bir kısmının ise artık suç
olmaması gerektiği düşünülebilmektedir.
Buna karşılık 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı
Kanunda yer alması gerekli olan ve çağdaş teknolojinin insan hayatına getirdiği
modern araçların küreselleşmenin (globalleşmenin) bir ölçüde işlenmesine neden
olduğu suçlara, uygulamaların ortaya çıkardığı yeni suç şekillerine, işkenceye,
jenosite, insanlık aleyhine fiillere yeni ekonomik suçlara, özel hayata
müdahâleye ilişkin fiillere, kişileri kanunsuz fişlemeye, fikir ve düşünce
hürriyetini koruyan hükümlere, ırkçılığı yasaklayan yaptırımlara Kanunda yer
verilmemiştir.
Aynı suretle ailenin korunmasına ilişkin bir
kısım hükümlerin bile 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer almamış
bulunması esaslı bir noksan sayılmalıdır.
İşte ancak bir kısmı belirtilen bu ve benzeri
nedenler dolayısıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun yerine bir
yenisinin getirilmesi, değişik tarihlerde söz konusu olmuş, hatta 1942'lerde
1931 İtalyan Ceza Kanunu iktibas olunarak bir tasarının ortaya konulmasına
çalışılmıştır. 8/11/1951 tarihinde, Adalet Bakanlığınca bir kısım üniversite
profesörlerinden, Yargıtay üyelerinden, Adalet Bakanlığı ilgililerinden bir
komisyon kurularak bir ceza kanunu tasarısı hazırlaması istenilmiş ise de,
sonradan bütçede bu maksatla yollukları karşılayacak ödenek bulunmadığı
açıklanarak komisyonun çalışmasına son verilmiştir.
Yukarıda bir kısmı açıklanan 1/3/1926 tarihli ve
765 sayılı Kanuna ilişkin eleştirileri göz önüne almak suretiyle yürürlükteki
Kanunu değiştirmek yerine, yeni bir ceza kanunu tasarısının hazırlanması
hususundaki çalışmalardan ve bunların sonuçlarından söz edilmiştir.
1985'lerden itibaren Türk Ceza Kanunu
Tasarılarının hazırlanmasına girişilirken, her şeyden önce yukarıda değinildiği
üzere, çalışmalara temel olacak suç ve ceza siyasetinin esaslarının saptanması
uygun görülmüş ve bu hususta uyulacak suç ve ceza siyasetinin temel hedefi;
insan hak ve hürriyetlerini güvence altında bulundurmak, korumak, insan
kişiliğine saygıyı pekiştirmek; ancak toplum savunmasını ihmal etmemek ve kişi
hak ve hürriyetleriyle toplum savunmasını dengeli olarak korumak, kamu
düzeninin devamını sağlamak olarak tespit edilmiştir.
Bu hedeften hareket olunarak toplum savunmasını
hiç bir suretle tehlikeye sokmaksızın insancıl yaklaşımı vurgulamak ve suçlunun
toplumla barışık hâle getirilmesini cezanın temel maksadı olarak göz önünde
bulundurmak ilkesini tercih eden ve bu maksatla suçlunun yeniden
sosyalleştirilmesini ve uygun bir iyileştirmeye tâbi tutularak toplumla yeniden
bütünleştirilmesini uygun gören komisyonlar, bu hususların gerçekleştirilmesini
kolaylaştırıcı hükümlere tasarılarda yer vermişlerdir.
Böyle bir ilke esas alınınca, doğal olarak,
suçlunun iyileştirilmesini engelleyici hükümlerin kaldırılması ve etkilerin
giderilmesi gerekecektir. Bu nedenle hükümlülüklerin otomatik olarak yasal
neticeler doğurması sistemine son verilmiş, fer'î cezalardan müebbet olanlara
yer verilmemiş, müebbet kamu hizmetlerinden yasaklanma ve meslek veya sanat
veya ticaretten men olunma cezaları kaldırılmıştır.
Maksadı aşar derecede ağır olan cezaların,
suçlunun yeniden sosyalleştirilmesini engelleyici etki yaptığı muhakkak
bulunduğundan, hürriyeti bağlayıcı cezaların genel alt ve üst sınırlarında ve
belirli suçların cezalarının alt ve üst sınırlarında, 1/3/1926 tarihli ve 765
sayılı Kanundan farklı olarak indirimler yapılmış ve artık bir anlamı kalmamış
bulunan ağır hapis ve hapis farkı kaldırılmıştır. Böylece aslında tek hürriyeti
bağlayıcı ceza sistemi kabul edilmiştir. Hafif hapis sadece cürüm ve kabahat
ayırımı dolayısıyla kabahat derecesindeki suçun tanısını sağlamak maksadıyla
muhafaza olunmuştur. Ancak, koşullu salıverilmenin bugünkü uygulama tarzı
karşısında bu tutumun yarar yerine zarar getireceği muhakkak olduğundan,
cezanın fiilen çekileceği süre koşulları değiştirilmiş ve çekilen ceza
bakımından fazla saymalar kaldırılmıştır.
İyileştirme ve bunun sonucu suçlunun yeniden
sosyalleştirilmesi ilkeleri, doğal olarak, yaptırımın bireyselleştirilmesini
gerektirir. Bunu sağlamak üzere bir kere 79 uncu maddede temel cezanın
belirlenmesinde hâkimin hangi hususları göz önüne alacağı hususundaki esaslar
gösterilmiş ve böylece uygulamada, suç karşılığı konulmuş cezaların alt
sınırının otomatik olarak hükmedilmesi tarzında yerleşmiş bulunan uygulama
düzeltilmek istenilmiştir. Bu husus, 1989 Türk Ceza Kanunu Tasarısından
aktarılan hükümle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda da sağlanmıştır. Bunun
dışında Tasarının getirdiği önemli yeniliklerden birisi, güvenlik tedbirlerinin
ayrıntılı biçimde düzenlenmiş olmasıdır.
Tasarıda, güvenlik tedbirlerine ilişkin olarak
altı madde yer almakta ve hâkimin bu tedbirlere ne gibi hâllerde hükmedeceği ve
cezaların güvenlik tedbirlerine çevrileceği gösterilmektedir. Ayrıca kısa
süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine hükmedilecek tedbirler arasına
"kamuya yararlı bir işte çalıştırma" da eklenmiş, bu suretle
cezaların bireyselleştirilmesi hususundaki olanaklar çoğaltılmıştır.
Ancak güvenlik tedbirlerinin, Ceza Kanununa bir
sistem hâlinde sokulması ile ciddiyetle uygulanabilmesi konuları ayrı ayrı
şeylerdir. Güvenlik tedbirlerinden bir kısmının fiilen uygulanması, elbette ki,
ciddî bir takım hazırlıkların yapılmış ve teşkilâtın kurulmuş olmasına
bağlıdır. Bu nedenle, Tasarının 99 uncu maddesinde güvenlik tedbirlerinin
infazında uygulanacak usul ve esasların Tüzüğünde ayrıca gösterileceği
açıklanmaktadır. Yeni bir Türk Ceza Kanunu, elbette ki, uygulamaları gösterecek
bir uyum kanununun meydana getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Kanunun
çıkarılması için bir süre belirlenmiştir. Kanun yayımından bir yıl sonra
yürürlüğe girecektir.
Yukarıda açıklanan suç ve ceza siyaseti hedef ve
ilkesi, koşullu salıverilme, erteleme konularında düzenleme bakımından 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre farklı hükümler getirilmesini gerekli
kılmıştır.
Tasarının getirdiği önemli değişiklik ve
yeniliklerin başında suç işleyen çocuk ve küçüklere ait hükümlere Birinci
Kitabının Beşinci Kısmında dört ayrı bölüm hâlinde yirmisekiz maddenin tahsis
edilmiş olmasıdır. Bilindiği üzere çağdaş akım, çocuk ve küçüklerin genel ceza
kanunu dışına alınması ve adı geçenlere özgü temel esaslarının, yargılama
mercilerinin ve usulünün kabulü ile bir çocuk ceza kanununun meydana
getirilmesi, böylece bir çocuk ceza hukukunun oluşturulmasıdır. Almanya'da
çocuk ve küçüklere özgü bir kanun 16 Şubat 1923 tarihinde meydana getirilmiştir
ve 11 Aralık 1974 tarihli yeni şekli ile yürürlüğünü sürdürmektedir. İsviçre'de
de aynı yol tutulmak suretiyle "Gençlerin Ceza Durumu Hakkında Federal
Kanun Tasarısı" 1993 yılında hazırlanmış bulunmaktadır. Fransa esas
itibarıyla 9 Şubat 1945 tarihli Kanun ve değişiklikleri ile yukarıda belirtilen
eğilimi yansıtmaktadır.
Bizde 7/11/1979 tarihli ve 2253 sayılı Çocuk
Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve
değişiklikleri, yukarıda belirtilen yönde gösterilmiş bir çabayı ifade etmekte
ise de, sorumluluk esasları, yaptırımlar, yardımcı mevzuat ve özellikle bir çocuk
ceza hukukunun içermesi gereken ve değişik ceza kurumlarına ilişkin kendisine
özgü esaslardan çağdaş anlamda yoksun bulunmaktadır.
Bu itibarla, ceza hukukuna ilişkin olmak üzere
yepyeni bir çocuk ceza hukukuna, Tasarının genel kısmına ilişkin Birinci Kitap
içinde ve Beşinci Kısım başlığı altında yer verilmesi uygun görülmüştür.
Böylece Tasarı yürürlüğe girdiğinde 7/11/1979 tarihli ve 2253 sayılı Kanunun
yargılama mercilerine ve usulüne ilişkin hükümleri yürürlükte kalacak, ceza
hukuku ve yaptırımlar, ceza yaptırımlarını tamamlayan kısımlar itibarıyla bu
Kanunun hükümleri ilga edilmiş olacaktır. Beşinci Kısımda yer alan yirmisekiz
maddenin gerekçesinde konuya ilişkin olmak üzere ayrıntılı açıklamalar yapılmış
olduğundan burada kısa bilgiler verilmesiyle yetinilmiştir.
1997 Türk Ceza Kanunu Tasarısının yeniden gözden
geçirilmesi suretiyle oluşturulan Tasarı, yukarıdan beri belirtilen suç
siyaseti ilkelerine ve bundan kaynaklanan yeni hükümlere, bütünü ile sadık
kalmakla birlikte, söz konusu ilke, esas ve siyasetin uygulanmasına ilişkin
maddelerde bir kısım değişiklikler yapılmış ve özel kısma yeni hükümler
eklemiştir. 1997 Tasarısı ile karşılaştırıldığında bu farklar görülüp
değerlendirilebilecektir.
Bütün bu esaslar göz önünde bulundurulmak
suretiyle Tasarıda yer alan maddelerin gerekçelerinin ayrıntılı olarak kaleme
alınmasına ve 1997 Tasarısına göre daha da geliştirilmesine çalışılmıştır.
Böylece ileride yorumda kolaylık sağlanacak ve uygulamada duraksamaların
ortadan kaldırılmasında, adaletin işlemesinde ve sür'atin elde edilmesinde
katkıda bulunulmuş olacaktır.
Genel Gerekçede, Tasarıda yer alan maddelerin
ayrıca açıklanmalarına gerek görülmemiştir; sadece Tasarının yapısı, çatısı
belirtilmekle ve uygulanan suç ve ceza siyasetinin esaslarının açıklanmasıyla
yetinilmiştir. Tasarının genel yapı ve çatısı hakkında aşağıda gerekli ve özet
bilgiler verilmiştir:
Tasarı "Genel Hükümler" ve "Özel
Hükümler" başlıklarını taşıyan iki kitaptan oluşmaktadır. Kitaplar
kısımlara, kısımlar da bölümlere ayrılmıştır.
Madde, fıkra, bent ve paragraflar ayırımında
kabul edilmiş yöntem şöyledir:
İlke olarak, madde fıkralarını belirtmek üzere
ayrıca numaralama ve harf kullanma usulü uygulanmamış, anlamayı ve yollamaları
kolaylaştırmak üzere numara veya harf kullanıldığında ise sayıdan sonra nokta
(3. gibi) konulmuştur; harf kullanıldığında da aynı usul kullanılmıştır (A.
gibi). Fıkra, sayı veya harfle belirtildiğinde, yeni harfli veya sayılı fıkra
gelinceye kadar geçen satırbaşları "paragraf" olarak
adlandırılmıştır. Fıkralar içinde yer alan bent rakamları önüne paragraf
işareti konulmuştur (2) gibi), yeni bent rakamı veya harfi gelinceye kadar
geçen satırbaşları, satırbaşına konan harf veya rakamdan sonra çizgi (tire)
konulmuş ise, bu hâl bendi değil ve fakat, fıkra veya bent içerisinde bazı
hususların sayılmış olmasını belirtir (6- veya a- gibi).
Tasarının Genel Hükümler başlığını taşıyan
Birinci Kitabının "Ceza Kanunu" başlıklı Birinci Kısmında şu bölümler
yer almaktadır:
Birinci Bölüm : Kanunîlik
İkinci Bölüm : Kanunun Uygulanması
Üçüncü Bölüm : Yabancı Ülkede İşlenen Suçlar
Birinci Kitabın "Suçlu ve Suç"
başlığını taşıyan İkinci Kısmında şu bölümler yer almıştır :
Birinci Bölüm : Ceza Sorumluluğu
İkinci Bölüm : Tüzel Kişiler
Üçüncü Bölüm : Hukuka Uygunluk Nedenleri
Dördüncü Bölüm : Suça Etki Eden Nedenler
Beşinci Bölüm : İsnat Yeteneğini Etkileyen
Nedenler
Altıncı Bölüm : Teşebbüs
Yedinci Bölüm : Suça İştirak
Sekizinci Bölüm : Özel Tehlike Hâlleri ve
Tekerrür
Birinci Kitabın "Cezaların ve Suçların
İçtimaı" başlığını taşıyan Üçüncü Kısmında şu bölümler yer almıştır :
Birinci Bölüm : Cezaların İçtimaı
İkinci Bölüm : Suçların İçtimaı
Birinci Kitabın "Yaptırım" başlığını
taşıyan Dördüncü Kısmında şu bölümler yer almıştır :
Birinci Bölüm : Cezalar
İkinci Bölüm : Aslî Cezalar
Üçüncü Bölüm : Fer'î Cezalar
Dördüncü Bölüm : Cezaların Belirlenmesi ve
Bireyselleştirilmesi
Beşinci Bölüm : Cezanın Ertelenmesi
Altıncı Bölüm : Dava ve Cezanın Ortadan
Kaldırılması
Yedinci Bölüm : Güvenlik Tedbirleri
Birinci Kitabın "Çocuk ve Küçüklere İlişkin
Hükümler" başlığını taşıyan Beşinci Kısmında şu bölümler yer almış
bulunmaktadır :
Birinci Bölüm : Genel Hükümler
İkinci Bölüm : Çocuklar Hakkında Uygulanabilecek
Tedbirler ve Cezalar
Üçüncü Bölüm : Küçüklere Özgü Ceza Düzeni
Dördüncü Bölüm : Çocuk ve Küçükler Hakkında
Müşterek Hükümler
Söz konusu bölümler içerisinde yer almış olan
maddeler arasında ilgili hükmün kolaylıkla saptanabilmesini sağlamak ve yorumda
yol göstermek, kanun değişikliklerinde gereksiz tekrarları ve ek fıkraların
yanlış maddelere konulmasını önlemek amacıyla Tasarının bütün maddelerine
içeriklerini belirleyici nitelikte başlıklar konulmuştur. Bu başlıklar, Kanunun
metnine dahil olmayıp sadece ilgili maddelerin konusunu göstermektedir.
Kanunun İkinci Kitabında yer alan Özel
Hükümlerin temel yapısına geçmeden önce, Birinci Kitabın içeriğini oluşturan
hükümlerin temel maksatlarına ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre
yenilik getiren bazı hükümlere ve böylece yapı özelliklerine işaretle
yetinilmesi uygun sayılmıştır. Esasen her maddeye ait gerekçe, ayrıntılı olarak
kaleme alınmış bulunduğundan, Genel Gerekçede ayrı ayrı maddelere değinilmesi,
bir tekrardan başka bir anlam taşımayacaktır. Özellikle, Özel Kısım bakımından
durum böyle olduğundan aşağıda sadece Özel Kısmın yapısına ilişkin
açıklamaların yapılmasıyla yetinilmiştir.
Genel Kısım bakımından biraz daha farklı bir
yöntemin uygulanmasının nedeni, genel hükümlerin tümüyle bir suç teorisini
yansıtmasıdır.
Tasarının 1 ve 18 inci maddelerini içeren
Birinci Kısmın birden üçe kadar olan bölümlerinde genel olarak suç ve cezada
kanunîlik, ceza kanunlarının zaman ve yer itibarıyla uygulanmaları, Türkiye'de
işlenen suç hakkında yabancı ülkede hüküm verilmesi, yabancı memlekette işlenip
de Türkiye'de soruşturulması ve kovuşturulması gereken suçlar, cezanın mahsubu,
yabancı memleketteki mahkûmiyetin Türkiye'de etkisi ve siyasal suçlarla
suçluların geri verilmesi hususundaki esaslar gösterilmektedir.
Tasarı, belirtilen konularda esaslı bir takım
yenilikler getirmiş bulunmaktadır: Bir defa, 1 inci maddede güvenlik
tedbirlerinde de kanunîlik ilkesinin uygulanacağı açıkça belirtilmiştir.
"Kanunu bilmemenin mazeret
sayılmayacağı" hakkındaki madde, 2 nci madde olarak Tasarının başına
alınmış ve böylece kanunun bağlayıcılığı ilkesi vurgulanmıştır. Bu kural,
sorumluluğa ait olmayıp kanunun bağlayıcılığı ilkesiyle ilişkilidir. Bu
maddeye, Batı ceza kanunlarında olduğu gibi ilkenin yumuşatılmasını sağlayan ve
subjektif sorumluluğu vurgulayan bir fıkra eklenmesi Komisyonun bazı üyeleri
tarafından önerilmiş ise de, Komisyon çoğunluğu Yargıtayın içtihatları ile bu
hususu sağladığını belirtmiş ve yanlış anlama ve uygulamalara neden olabilecek
böyle bir hükmün eklenmesini sakıncalı saymıştır.
3 üncü maddede, özel ceza kanunlarıyla genel
kanun arasındaki ilişkiler açıklanmaktadır. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı
Kanundan farklı olarak, sadece Ceza Kanununa aykırı olan hükümlerin değil,
fakat ayrı hüküm bulunmayan bütün hâllerde genel kanundaki esasların
uygulanacağı belirtilmiştir.
4 üncü maddede, Kanunun çeşitli maddelerinde
geçen ortak terimlerin tanımı yapılmış ve böylece içerdiği değişik suçların
yargılanmasında ve anlamlandırılmasında hem birlik sağlanması istenilmiş ve hem
de farklı yorumlar yapılmasının önlenmesi arzulanmıştır.
1 inci maddede, güvenlik tedbirlerinde de
geçmişe yürürlü olmama kuralı vurgulanmış ve lehe kanunun güvenlik tedbirleri
bakımından da, evvelce işlenen suçlar hakkında uygulanacağı açıklanmıştır.
5 inci maddede, gerçekleştirilen çok önemli bir
yenilik de geçici ve süreli kanunların yürürlükte bulundukları süre içinde
işlenmiş olan suçlar hakkında, kanunun süresi sona erdikten sonra da
uygulanacağıdır. Bu suretle söz konusu kanunların, toplum savunması bakımından
etkili olmalarının sağlanması amaçlanmıştır.
6 ncı maddede, önemli bir yenilik olarak suçun
ne zaman Türkiye'de işlenmiş sayılacağı açıklanmakta ve uygulamada
duraksamalara neden olan ve doktrinden yararlanılarak çözümlenmesine çalışılan
bir konu böylece Kanunda belirtilmektedir. Bu arada milletlerarası sözleşme
hükümleri de göz önüne alınarak kıt'a sahanlığında tesis edilmiş sabit
platformların da Türk ülkesinden sayılacağı açıklanmıştır.
7 ve 8 inci maddeler, işlenen bir suçtan dolayı
Türkiye'de mutlaka kovuşturma yapılması gereken hâlleri belirlemektedir.
9 uncu madde, Türk vatandaşı tarafından yabancı
memlekette işlenmiş bulunan suçlardan dolayı, Türkiye'de kovuşturma yapılması
hususundaki koşulları göstermektedir. Bu maddeyle getirilen çok önemli yenilik;
mağdurun Türk olması hâlinde de Türk vatandaşının, yabancı memlekette işlediği
suçtan dolayı hakkında yabancı memlekette hüküm verilmiş ise, artık Türkiye'de
kovuşturma açılmayacağıdır. Böylece "non bis in idem" kuralına
uyulmaktadır. Yabancı memlekette hüküm verilmemiş olması hâlinde, Türkiye'de
kovuşturma yapıldığında ise, suçun işlendiği ülke kanunuyla Türk kanunundan
hangisi uygulamada failin lehine sonuç verebilecek ise, o kanunun uygulamada
göz önünde bulundurulması 18 inci maddenin gereğidir; uyulacak esaslar maddede
gösterilmiştir. Ancak suçun işlendiği ülke kanununda mevcut esaslar,
Türkiye'nin kamu düzenine veya milletlerarası taahhütlerine aykırı ise, o ülke
kanununa itibar edilmeyecektir.
10 uncu maddede yabancıların Türk Ülkesi dışında
işledikleri suçlar dolayısıyla Türkiye'de soruşturma ve kovuşturma koşulları
gösterilmiştir.
11 inci maddede vatandaş veya yabancının,
gerçeklik kuralına göre Türkiye'de soruşturma ve kovuşturulması olanaklı suçlar
ve bu husustaki koşullar gösterilmiştir.
12 nci madde, yabancı memlekette işlenen
suçların Türkiye'de kovuşturulması bakımından konulmuş koşular itibarıyla
hürriyeti bağlayıcı cezaya itibar olunacağını, seçimlik ceza söz konusu ise,
kovuşturma şartının gerçekleşmemiş bulunduğunun kabul edileceğini
belirtmektedir.
13 üncü madde, soruşturma koşulunu oluşturan
cezanın nasıl saptanacağını göstermektedir.
14 üncü maddenin mevzuatımız bakımından
getirdiği yenilik, nerede işlenmiş olursa olsun bir suçtan dolayı yabancı
memlekette göz altında, tutuklulukta geçirilen sürelerin de cezadan mahsup
edileceğidir.
15 inci madde, yabancı ülkede Türkiye aleyhine
cürüm işleyen yabancının, Türkiye'de mutlaka yeniden yargılanacağı esasını
getirmektedir. Ancak yabancı memlekette verilmiş ve çekilmiş olan ceza,
Türkiye'de verilecek cezadan mahsup edilecektir.
17 nci madde, yabancı ülkede işlenmiş siyasal
veya buna bağlı suçlardan dolayı, fiiller Türkiye aleyhine işlenmiş bulunmamak
koşulu ile, Türkiye'de soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağını açık olarak
belirtmekte ve böylece bu husustaki duraksamaların ortadan kaldırılması
amaçlanmaktadır.
"Suçlu ve Suç" başlığını taşıyan
İkinci Kısmın "Ceza Sorumluluğu" başlığını taşıyan Birinci Bölümünün
19 uncu maddesinde suçun oluşması için eylem kusurunu açıklayan hükümlere yer
verilmiştir. 20 nci maddede ise kast ilkesi ve objektif sorumluluk hâlleri
belirtilmektedir. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde kast
tanımlanmaktadır. Üçüncü fıkrada, bir cezalandırılabilme koşuluna tâbi tutulmuş
cürümlerde, kast, söz konusu koşulu kapsamasa da, failin cezalandırılacağı
belirtilmektedir. Maddenin dördüncü fıkrasında, önemli bir yenilik olarak,
genel bir hafifletici neden getirilmiştir.
21 inci maddede, taksirin genel tanımı yapılmış
ve böylece Tasarının diğer maddelerinde, tanımın sürekli tekrarlanmaması
sağlanmıştır.
Aynı maddenin üçüncü fıkrasında "bilinçli
taksir"in tanımı yapılmış ve bu hâlde faile verilecek cezanın artırılması
öngörülmüştür.
Maddenin dördüncü fıkrasında ise, önemli bir
yenilik getirilmekte ve Tasarının insancıl değerlere yer verici karakteri
vurgulanmaktadır. Söz konusu hükme göre taksirli hareket sonucu neden olunan
netice münhasıran failin, kişisel ve aile durumu bakımlarından ağır derecede
mağdur olmasına neden olmuş ise ceza verilmeyecektir. Ancak bilinçli taksir
hâlinde indirilmiş bir ceza verilebilecektir. Böylece özellikle kırsal
bölgelerde, hem çocuklarına bakmak ve hem de tarlalarda çalışmak durumunda olan
kadınların, çocuklarının uğradıkları, failin taksirine bağlı neticelerden
dolayı cezalandırılmasının neden olduğu toplumsal yararlara aykırı sonuçların
giderilmesi sağlanmıştır.
23 ve 24 üncü maddeler mevzuatımız bakımından
önemli birer yenilik olarak kabul edilmelidir. Bu maddeler çerçevesinde fiili
hata ve cebir, ikrah ve tehdit hâllerinin kusurluluğu kaldırabilmesi için
gerekli koşullar ve etkileri gösterilmektedir. Bu hükümler, Türk ceza hukukunda
büyük bir yenilik oluşturmaktadır.
İkinci Bölümde özel hukuk tüzel kişilerinin ceza
sorumluluğuna ilişkin 25 ve 26 ncı maddeler yer almaktadır. 25 inci madde ancak
belirli hâllerde ve kanunun ayrıca belirttiği suçlarda özel hukuk tüzel
kişilerinin ceza sorumluluğu bulunduğunu belirtmiş ve 26 ncı maddede cezaların
ne suretle hükmolunacağı gösterilmiştir. Böylece çağımız suçluluğunda geniş ve
önemli bir yer tutan ekonomik suçluluk konusunda etkin bir mücadele aracı
getirilmiş olmaktadır.
Ancak, dikkat edilmelidir ki, tüzel kişiler,
Tasarının çok özenli olarak koyduğu koşullar çerçevesinde ve sadece belirli
suçlardan dolayı cezaen sorumlu tutulmaktadırlar; mutlak ve genel bir
sorumluluk söz konusu değildir. Böylece Avrupa Konseyi Bakanlar Konseyinin
tavsiye kararına da uyulmuş olmaktadır.
İkinci Kısmın Üçüncü Bölümünde, hukuka uygunluk
nedenleri gösterilmiştir. "Hukuka Uygunluk Nedenleri" başlıklı bu
Bölümün 27 nci maddesi Anayasanın 137 nci maddesine dayanılarak yeniden
düzenlenmiştir.
28 inci madde, meşru savunmanın koşulları
bakımından çok önemli bir yenilik getirmekte ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı
Kanundan farklı olarak, yalnız nefse ve ırza karşı saldırılarda değil ve fakat
genel olarak bir hakka karşı yöneltilmiş haksız saldırılar hâlinde de doğal
olarak diğer koşulları da varsa, meşru savunma kabul edilmekte ve böylece
Tasarının uyguladığı suç ve ceza siyasetinin hedeflerinden birisini oluşturan
toplumun savunması güçlendirilmektedir. Doğal olarak bu hüküm değişikliği halen
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 461 inci maddesini karşılayan Tasarının
231 inci maddesinde de değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Bu hususta söz
konusu maddenin gerekçesinde gerekli bilgiler verilmiştir.
Orantılılık koşulu maddenin (1) ve (2) numaralı
fıkralarında yer alan meşru savunma ve zorunluluk hâlleri bakımından açıkça
belirtilmiştir.
29 uncu madde 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı
Kanundan farklı olarak, belirttiği koşullarla hakkın kullanılmasını ve mağdurun
rızasını bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul etmiş bulunmaktadır. Böylece
Kanunda yer almamış bulunmakla beraber, öğretide ve Yargıtay içtihatlarında
uygulama yeri bulan iki hâl, bu defa Tasarıda açıkça hukuka uygunluk nedenleri
olarak belirtilmiş bulunmaktadır.
30 uncu madde, hukuka uygunluk nedenlerinde
sınırın "kast olmaksızın" aşılması hâlinde ne suretle işlem
yapılacağını açık ve seçik olarak göstermekte ve böylece 1/3/1926 tarihli ve
765 sayılı Kanunun 50 nci maddesinde yer alıp, yanlış çeviriden kaynaklanan
metin yerine hukuk esaslarına uyulmaktadır.
Maddenin son fıkrası ise sınırın, mazur
görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeni ile aşılmasını bir
cezasızlık nedeni saymaktadır. Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere sınır kasten
aşılacak olursa faile işlediği suçun cezası verilecek yani fail hukuka uygunluk
nedeninden yararlanamayacaktır.
İkinci Kısmın "Suça Etki Eden
Nedenler" başlığını taşıyan Dördüncü Bölümünde yer alan 32 nci maddesi,
taksirle işlenen suçlarda hareketin netice bakımından nedensellik değerine göre
cezanın sekizde bire kadar indirilebileceğini belirtmektedir. Böylece 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Kanunun 455 ve 459 uncu maddelerinin son fıkralarında yer
alan ve sadece taksir ile adam öldürme ve etkili eylem suçlarını kapsayan hüküm
yerine, bileşik kusur hâlini bütün taksirli suçlarda bir hafifletici neden
kabul eden yeni bir hüküm meydana getirilmiştir.
"İsnat Yeteneğini Etkileyen Nedenler"
başlığını taşıyan Beşinci Bölümde, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre
önemli değişiklikler yapılmıştır.
34 üncü maddede açıklandığı üzere, bir defa
bilinç ve hareket serbestliğini tamamen kaldıran veya önemli derecede azaltan
aklî malûliyet hâlinde bulunan kimsenin isnat yeteneğine sahip olmadığı kabul
edilmiştir; böyle bir kimseye ceza verilemeyeceği esası benimsenmiştir. Aklî
malûliyeti nedeniyle bilinç ve hareket serbestliği kalkmamış veya önemli
derecede azalmamış olmakla beraber, faildeki bu hâlin veya diğer bir ruhsal
zaaf veya sakatlığın, cezanın indirilmesine neden olabileceği 34 üncü maddenin
(2) numaralı fıkrasında belirtilmiştir; hatta ceza süresinin bir sağlık
kurumunda geçirilmesine de karar verilebilecektir. Aklî ve ruhsal hâlin takdiri
hafifletici neden sayılmış olması nedeniyle cezası indirilmiş olan suçlunun,
bir sağlık kurumunda tedavi altına alınmasını belirleyen bir güvenlik
tedbirine, hâkimin takdirine göre tâbi tutulabileceği, Tasarının 94 ve izleyen
maddelerinde kabul edilmiştir. Bu hususta ayrıca 94 üncü maddenin (5) numaralı
ve 97 nci maddenin (6) numaralı bentlerine ilişkin gerekçelere bakılmalıdır.
Bilinç ve hareketlerinin serbestliğine sahip
bulunmaması nedeniyle muhafaza ve tedavi altına alınma, bu amaçla kurulmuş özel
kurumlarda sürdürülecektir. Ancak, bu tür müesseseler kuruluncaya kadar söz
konusu tedbirin, akıl hastalarına özgü hastanelerde uygulanacağı, Tasarı
kanunlaştığında meydana getirilmesi zorunlu geçici hükümleri gösterecek
uygulama kanununda ayrıca açıklanmalıdır.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı
olarak, akıl hastası "salâh" bulduğu yani toplumsal yönden artık suç
işleme tehlikesi ortadan kalktığı takdirde, muhafaza ve tedaviye son
verilecektir. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun 46 ncı maddesinin üçüncü
fıkrasında, muhafaza ve tedavi altında bulundurma süresinin "şifaya"
kadar devam edeceği belirtilmiştir. Oysa akıl hastalarının bir çoğunda şifa
olanağı yoktur. Ama hastalığın salâh bulması ve suçlu akıl hastasının, nefsinde
taşıdığı suç işlemeye ilişkin tehlike hâlinin ortadan kalkması olanaklıdır. Bu
nedenle uygulamada esas itibarıyla şifa bulduğu beyanıyla muhafaza ve
tedavisine son verilen hastaların büyük bir kısmı aslında şifa bulmuş değildir
ve metnin gerçeğe uydurulması çok daha yerinde sayılmıştır.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanundaki,
muhafaza ve tedavi maksadıyla, suçlu akıl hastası şifaya ulaşmış olsa bile,
asgarî bir süreyle kurumda tutulmasını mecburî kılan hüküm muhafaza edilmiştir.
Maddenin (2) numaralı fıkrasında suçu işlediği
sırada aklî sağlık veya bilincinde bozukluk bulunan failin cezasının ne gibi
koşullarla indirileceği ve cezanın rejimi gösterilmiştir.
Maddenin (3) numaralı fıkrasında ise geçici
(arızî) nedenlerin sorumluluğa etkisi gösterilmiştir.
35 inci maddede yer alan, sağır - dilsizler
hakkındaki hükümler de, küçükler hakkındaki hükümlerle dengeli hâle getirilmiş
ve yirmibir yaşını doldurmuş bulunan sağır dilsizlerin, temyiz yeteneğine sahip
bulunmaları hâlinde, normal kişiler gibi işledikleri suçlardan dolayı sorumlu
olmaları kabul edilmiştir.
36 ncı madde, irade dışı sarhoşluk ve uyuşturucu
madde kullanma hâllerinde, bilinç ve hareket serbestliği tamamen ortadan
kalkmış bulunduğu takdirde, faile ceza verilemeyeceği hükmünü getirmekte,
bilinç ve irade serbestliği önemli derecede azalmış ise indirilmiş ceza
vermekte, iradî sarhoşluk ve uyuşturucu madde kullanma hâlinde ise, faile tam
ceza verilmektedir.
İkinci Kısmın Altıncı Bölümünü oluşturan ve
teşebbüse ilişkin bulunan hükümlerin mevzuatımıza getirdiği yenilikler, özetle
şöyle belirlenebilir:
Teşebbüste icra hareketlerine geçme koşulunun
doktrinde ne derecede tartışmalı bir konu olduğu bilinmektedir. İşte bu konuda
eksik teşebbüsten söz eden 37 nci madde, kastedilen elverişli vasıta ile ve
kastı şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirten hareketlerle icraya başlama
ölçüsünü getirmiş ve bu hususta sübjektif ve objektif teorileri birleştiren bir
ölçü koymuştur.
39 uncu maddede etkin pişmanlık hâlini, bütün
suçlar bakımından genel hafifletici bir neden olarak kabul etmiş ve böylece
Tasarının benimsemiş bulunduğu mağduru koruma ilkesi, etkin biçimde uygulama
yeri bulmuştur. Etkin pişmanlık bakımından, Tasarının belirli suçlar için
ayrıca öngördüğü hükümler ise saklı tutulmuştur.
39 uncu maddenin (2) numaralı fıkrasında,
çağımız ceza adaletinde önemle geliştirilen "onarıcı adalet"
kavramının uygulanmasını sağlayan ve "uzlaşma" olarak tanımlanan çok
önemli bir yeni ceza hukuku kurumuna yer verilmiştir. Madde gerekçesinde bu
hususa ilişkin ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir.
Aslî iştirak şekilleri 40 ıncı maddede
gösterilmiştir.
42 nci maddede fer'î iştirak hâlleri teker teker
gösterilmiş ve son fıkrada fer'î iştirak hâllerinin eklenmemesi hâlinde suçun
işlenmesi olanaklı değilse bu takdirde, failin aslî fail sayılacağı kabul
edilmiştir.
"Özel Tehlike Hâlleri ve Tekerrür"
başlığını taşıyan Sekizinci Bölüm, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre
dikkat çekici yenilikleri ve özellikleri içermektedir:
Bir defa 45, 46 ve 47 nci maddelerde itiyadî
suçlu, suçu meslek edinen kişi ve örgüt mensubu suçlu kavramları tanımlanmış ve
böylece suçlunun tehlike hâline hukukî bir kavram olarak Tasarıda yer
verilmiştir. Bu, Türk ceza mevzuatı bakımından önemli bir yenilik sayılmalıdır.
Söz konusu üç suçlu sınıfına işledikleri suçun cezasına ek olarak Tasarının 94
üncü maddesinde gösterilmiş olan güvenlik tedbirlerinden birisi
uygulanabilecektir.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanuna göre,
yerleşmiş Yargıtay kararları gereğince tekerrür hâlinde, birinci mahkûmiyetin
cezasının çekilmiş olması koşulunun arandığı bilinmektedir. Tasarı ise, 48 inci
maddesinde mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olmasını veya cezanın düşmüş
bulunmasını, diğer koşullarla birlikte tekerrür hâlinin oluşması için yeterli
saymıştır.
Böyle bir hâlde, maddede gösterilen ölçülere
göre ceza artırılmakla beraber, mahkeme tarafından uygun görüldüğü takdirde,
fail hakkında hürriyeti bağlayıcı olmayan güvenlik tedbirlerine de (94 üncü
maddenin (B) fıkrasında sayılanlar) hükmedilebilecektir. 1/3/1926 tarihli ve
765 sayılı Kanunda yer alan ve gereksiz olarak hukuk labirentleri kurmakta
bulunan özel tekerrür hükümlerine Tasarıda yer verilmemiştir.
48 inci maddede kabul edilen esas çerçevesinde,
sırf askerî suçlar arasında da tekerrür hükümleri cereyan edecektir.
Tasarının "Cezaların ve Suçların
İçtimaı" başlığını taşıyan Üçüncü Kısmının "Cezaların içtimaı"
başlıklı Birinci Bölümünün 50 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında iki
müebbet hapse mahkûmiyet hâlinde fail hakkında altı aydan az ve iki yıl altı
aydan fazla olmamak üzere geceli gündüzlü hücreye koyma rejiminin uygulanmasıyla
yetinilecektir. Müebbet cezaların ağırlaştırılmış türüne mahkumiyet hâlinde de
aynı hüküm geçerlidir.
53 üncü maddede, içtima hâlinde çeşitli
cezalarda azamî sınırların neler olduğu gösterilmiş ve maddenin (4) numaralı
fıkrasında böylece yazılı sınırlara ulaşan cezalara, kesin mahkûmiyetten sonra
işlenen suçlardan dolayı verilecek cezaların aynen uygulanacağı açıklanmıştır.
İkinci Bölümde 54 üncü maddede bileşik suç
(mürekkep suç), 55 inci maddede müteselsil suç hâlleri tanımlanmıştır. 56 ncı
maddede fikrî içtima tanımlanırken, en ağır cezayı gerektiren hükmün, uygulama
sonucunda en ağır neticeyi veren hüküm olduğu ayrıca belirtilmiştir.
"Yaptırım" başlığını taşıyan Dördüncü
Kısmın "Cezalar" başlıklı Bölümünün 57 ve 58 inci maddelerinde, aslî ve
fer'î cezalar gösterilmiştir.
Fer'î cezalar arasına, işyerinin kapatılması,
sürücü belgesinin geri alınması ve suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi
yaptırımları da eklenmiştir.
Tasarı ölüm cezasını kaldırmış ve bunun yerine
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını koymuştur. 60 ıncı madde ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasını tanımlamaktadır. Bu konu madde gerekçesinde ayrıntıları
ile açıklanmıştır.
Ölüm cezasını kaldırmış bulunan ülkelerde, bu
ceza yerine özel bir hürriyeti bağlayıcı ceza koyma hususundaki akımlar böylece
Türk mevzuatına da yansımış olacaktır.
Tasarının "Aslî cezalar" başlıklı
İkinci Bölümünün 59 ve izleyen maddelerinde yer alan, hürriyeti bağlayıcı
cezalar, ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis, hapis ve hafif hapis
olarak saptanmış ve böylece 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunda yer alan
ağır hapis cezası kaldırılmıştır. 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanundan
sonra esasen mevzuatımız gerçekte tek hürriyeti bağlayıcı ceza sistemini kabul
etmiş bulunmaktadır. Aslında hafif hapis cezasına da ihtiyaç yoktur; zira infaz
rejimi itibarıyla diğer hapis cezalarından herhangi bir fark mevcut
bulunmamaktadır. Ancak hafif hapsin Tasarıda muhafazası, kabul edilmiş bulunan
cürüm ve kabahat ayırımında kolaylık sağlamak maksadına dayanmaktadır.
59 uncu maddenin ikinci fıkrasında çağdaş
penolojinin esaslarını ve mahkûmu yeniden sosyalleştirmek hususundaki temel suç
ve ceza politikasını göz önünde bulundurmak suretiyle, iki yıl ve daha az
süreli hapis ve hafif hapis cezalarını kapsayan mahkûmiyetler kısa süreli
sayılmıştır. Böylece Tasarının 64 üncü maddesinde yer alan kısa süreli
hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirlerin listesi
genişletilmiştir. Bu maddenin beşinci fıkrasında uygulamada asıl mahkûmiyetin
bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbir olacağı ve hükmün
kanun yollarına başvuru hakkını kaldırmayacağı açıklanmıştır. Böylece hürriyeti
bağlayıcı ceza bu husustaki sınırın altında para cezasına çevrilse de, kanun
yoluna başvurma hakkı, hürriyeti bağlayıcı cezaya oranla varlığını
sürdürecektir.
62 ve 63 üncü maddelerde, hapis ve hafif hapis
cezalarının genel yukarı sınırları, kanunda aksi belirtilmedikçe hapis
cezasında bir aydan yirmi yıla ve hafif hapis cezası ise yedi günden iki yıla
kadardır.
Tasarının 64 üncü maddesinde kısa süreli
hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirler
gösterilmiştir. 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinden
farklı olarak, bu maddeye (6) numaralı bir bent eklenmiş ve altı ayı geçmemek
ve hükümlünün rızası bulunmak koşulu ile, mahkûmun kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı ceza yerine, kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına hâkimin karar
verebilmesi kabul edilmiştir. 64 üncü maddenin gerekçesinde bu yeni kurum
hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Hâlen Batı ülkelerinin bir kısmında ve
Amerika'da başarıyla uygulanmakta bulunan bu tedbirin Türk mevzuatına girmesi
gerçekten yararlı bir gelişmeyi oluşturacaktır.
Tasarının 96 ncı maddesinin ikinci fıkrasında,
iki yılı aşmayan bir hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmiş suçlunun,
birinci fıkrada belirtilen özellikler yani suçun niteliği, fail ile mağdur
arasındaki ilişkiler, failin kişilik özellikleri göz önüne alınarak cezasının
aynı süreyle 94 üncü maddenin (A) fıkrasının (1) ve (2) numaralı bentlerinde
gösterilen bir güvenlik tedbirine çevrilmesine mahkemece karar verilebileceği
hükmü yer almış bulunmaktadır. Bu fıkrada söz konusu olan hükümler ile 64 üncü
maddede yer alan hükümler birbirine karıştırılmamalıdır. Zira 96 ncı maddenin
ikinci fıkrasında yer alan hüküm bakımından mahkûmiyet vardır ve asıl ceza
hürriyeti bağlayıcı cezadır. Fıkra, âdeta hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı
bakımından belirli bir özellik göstermiş olmaktadır ve bir bireyselleştirme
hükmüdür.
Tasarının 66 ncı maddesinde, kısa süreli
hürriyeti bağlayıcı cezaların özel infaz şekilleri gösterilmiştir. Madde,
13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Kanun hükümlerini esasta tekrarlamaktadır.
Ancak maddenin (4) numaralı bendi kadınlar için hürriyeti bağlayıcı cezanın
belirli koşullarla elektronik alete bağlanmak suretiyle oturulan yerde
çekilmesi olanağını getirmiştir. Tedbirlere uymama hâlinde mahkûm geri kalan
cezasını aynen çekecektir.
67 nci maddede yer alan koşullu salıverilme
bakımından Tasarı cezalar hakkında kabul ettiği yenilikleri itibarıyla bir
kısım yeni hükümler getirmiştir. Bir defa bütün suç failleri hakkında koşullu
salıverilme olanağı kabul edilmiş; ancak fiilen çekilmesi gerekli ceza süresi
farklı olarak belirlenmiştir.
Ayrıca madde, koşullu salıverilmeye hak
kazanılabilmesi için çekilmesi gerekli ceza süresinin hesabında tutukluluk
süresinin de göz önüne alınacağını belirtmekte olduğu gibi, maddenin
gerekçesinde de bu süreye göz altında geçirilen müddetin de dahil bulunduğu
açıklanmıştır. Maddeye göre koşullu salıverilme mutlaka belirli bir süre
cezanın çekilmiş olmasını gerektirmektedir. En az üç ay süre ile hürriyeti
bağlayıcı cezayı çekmemiş bulunan hükümlü koşullu salıverilmeyecektir. Bunun
dışında maddenin dördüncü ve izleyen fıkralarında getirilen önemli hükümler
hakkında madde gerekçesinde gerekli açıklamalar yapılmıştır. Bu konuda asıl
problem, koşullu salıverilmeyi, gerçekten koşullarına uygun olarak, her olayda
bu hususu dikkatle yerine getirerek uygulamaktır. Fransız Ceza Usulü Kanununda
Haziran 2000'de yapılan değişiklikler bu konuda bazı ölçüler getirmiş ve
ilkeleri saptamıştır. Yeni 729 uncu maddeye göre, "Koşullu salıverilme,
mahkûmların topluma yeniden kazandırılmalarını, uyum sağlamalarını ve
tekerrürün önlenmesini hedefler. Bir veya birden çok hürriyeti bağlayıcı cezaya
mahkûm edilmiş bulunan kimse gerek özellikle meslekî bir etkinliğin yerine
getirilmesinde, gerek bir eğitim görmek veya meslekî bir yetişkinlik kazanmak
veya bir stajı geçirmek yahut geçici bir işi yerine getirmek, aile hayatına temelli
olarak iştirak, bir tedaviye tâbi tutulmak zorunluluğunu kabul etmek,
mağdurların zararını karşılamak hususundaki tutumu ile sosyal uyum yönünden
ciddî çabalar gösteriyorsa koşullu salıverilmesine karar verilir."
Ağır para cezasına ilişkin 68 inci maddeye göre,
ağır para cezasının genel sınırları üçyüzellimilyon liradan doksanmilyar liraya
kadardır. Maddenin ikinci fıkrasıyla 647 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan ve hâkimin her olayda para cezasını ne suretle
takdir ve belirleyeceğini gösteren hükmü tamamlanmış ve suçlunun elde ettiği
yararın ve suçun meydana getirdiği zararın ağırlık ve hafiflik derecesinin
cezanın sosyal etkisinin, uyarma amacı ve buna benzer diğer hâllerin de, temel
ceza belirlenirken göz önüne alınacağı açıklanmıştır. Hâkimin bütün diğer
cezalarda, temel cezayı belirlerken göz önüne alması gerekli hususları belirten
79 uncu madde, elbette ki, para cezaları bakımından da geçerlidir. Ancak para
cezalarını ihdas ederken, Tasarının kabul ettiği ilke yani bu cezanın esas
itibarıyla yarar sağlama amacını güden suçlar karşılığı bir yaptırım olarak
kabulü dolayısıyla, bu maddeyle para cezalarının takdirinde göz önünde
bulundurulacak esasların ayrıca vurgulanması uygun sayılmıştır.
69 uncu maddeye göre, hafif para cezasının genel
sınırları yüzmilyon liradan onmilyar liraya kadardır. Bu para cezasına ait
temel cezanın saptanmasında da 68 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan
esaslara uyulacaktır.
70 nci madde, nispî para cezalarını
tanımlamaktadır: Madde metnine göre kanunda aşağı sınırı gösterilen para
cezaları da, tanıma uyuyorsa nispî para cezası olarak sayılacaktır. Tasarının
71 inci maddesi para cezalarının infazı hakkındaki esasları göstermektedir.
Maddeyle hâkimin, para cezalarını takside bağlama yetkisine yürürlükteki
hükümlere göre daha fazla esneklik getirilmiş ve başvuru üzerine takside
ilişkin kararlarında değişiklik yapılabilmesi kabul edilmiştir. Ayrıca para
cezasının ödenmemesi hâlinde kırkmilyon liranın bir gün hapse karşılık
sayılacağı belirtilmiştir.
Tasarının 72 nci maddesiyle, kamu hizmetlerinden
yasaklanmanın sadece fer'î bir ceza olduğu, mahkûmiyetin kanunî neticesi olarak
hükmolunamayacağı ve en çok süresinin üç yıldan ibaret bulunacağı kabul edilmiş
ve böylece suçlunun iyileştirilmesi ve yeniden sosyalleştirilmesi, topluma
kazandırılması bakımlarından önemli bir yenilik gerçekleştirilmiştir.
73 üncü maddede yer alan "bir meslek veya
sanat veya ticaretin icrasının durdurulması" cezası bakımından da, aynı
nedenlerle aynı esaslar belirtilmiştir. Bu cezanın süresi en çok iki yıldır.
Maddeyle getirilen çok önemli bir yenilik, cezanın ancak suça vasıta kılınan
meslek veya sanat veya ticaretin icrasının durdurulması hakkında uygulanabileceğidir.
Bu ceza meslek, sanat veya ticaretle ilgisi bulunmayan bir suç dolayısıyla
hükmedilemeyecektir.
74 üncü maddede yer alan "işyerinin
kapatılması" fer'î cezası ise, sadece belirli bir yerde sanat veya
mesleğin icra edilemeyeceğine ilişkin bir yasağı kapsamaktadır.
75 inci maddede "sürücü belgesinin geri
alınması" fer'î cezası yer almıştır.
76 ncı madde, fer'î cezaların ne zamandan
itibaren infazına başlanacağını göstermektedir. Bu maddenin ikinci fıkrasında,
erteleme ve özel af gibi nedenlerle aslî cezanın infaz edilememesi hâlinde,
hükümde veya af işleminde fer'î cezaların infaz edileceği açıkça beyan
edilmişse, kesinleştiği tarihten itibaren uygulanacağı belirtilmiş ve son
fıkrada aslî cezanın ertelenmesi hâlinde işyerini kapatma cezasının da uygulanamayacağı
açıklanmıştır.
77 nci maddenin birinci fıkrasında, kamu
hizmetlerinden yasaklanma, ikinci fıkrada, bir meslek veya sanat veya ticaretin
icrasının durdurulması cezalarının hükmedilebilecekleri hâller
gösterilmektedir. Memuriyet sıfatının suçun unsurunu veya ağırlatıcı nedenini
oluşturduğu fiillerde hâkim, takdirine göre, fail hakkında verilecek cezaya ek
olarak kamu hizmetlerinden yasaklanma cezasına da hükmedebilmesinin toplum
savunması bakımından gerekli olduğunu saptayacak olursa, aslî ceza süresini
geçmemek üzere bu cezaya hükmedebilecektir. Ancak ceza süresi hiç bir suretle
hükmedilen aslî cezanın süresini aşamayacaktır. Kanunun cezayı ayrıca koymuş
bulunduğu hâllerde bu maddedeki yetkinin ayrıca kullanılamayacağı doğaldır.
Maddenin ikinci fıkrasında, bir meslek veya
sanat mensubu olmanın veya ticaretle meşgul bulunmanın suçun unsurunu veya
ağırlatıcı nedenini oluşturduğu hâllerde, bir meslek veya sanat veya ticaretin
icrasının durdurulması cezasına üç günden iki yıla kadar bir süreyle, hâkimin
takdirine göre, aslî cezaya ek olarak hükmedilebileceği ve fakat her hâlde
sürenin aslî cezayı geçemeyeceği belirtilmiştir. Böylece her iki fer'î cezanın
fail hakkında otomatik olarak uygulanmasının sakıncası, hâkime takdir hakkı
verilmesi suretiyle giderilmiştir. Madde, Tasarının kabul etmiş bulunduğu suç
ve ceza siyasetinin kovaladığı esas hedefi vurgulamış olmaktadır. Ancak toplum
savunması zorunlu kılmışsa ehliyetsizliğe hükmedilebilecektir. Madde, bu
şekliyle uygun bir bireyselleştirme aracı niteliğindedir.
Tasarının 78 inci maddesi müsadere ve yeni bir
kurum olarak, suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi fer'î cezalarını baştan
başa yepyeni bir şekilde düzenlemiş bulunmaktadır. Gerekli ayrıntılara maddenin
gerekçesinde yer verilmiştir.
Tasarının 81 inci maddesinde, hüküm
kesinleşmeden önce gerçekleşen ve hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün
hâller nedeni ile geçirilmiş sürelerin ceza mahkûmiyetinden indirileceği
açıklanarak mahsup kuralına adil bir genişlik getirilmiştir. Mahkûmiyet para cezasına
ilişkin ise, 64 üncü maddedeki eşdeğerlilik (muadelet) kuralına uyularak
indirim yapılacaktır.
82 nci madde, cezanın ertelenmesini
düzenlemektedir. Deneme süresi, hükmün verildiği tarihten başlayacaktır. Ayrıca
deneme süresi içinde suç işlenmesi hâlinde, ertelemenin düşmesi kabul edilmekle
beraber, hükmün kesinleşmesi koşulu aranmayacaktır. Cezası ertelenen mahkûm,
deneme süresi içinde uygun bir denetimli serbestlik tedbirine tâbi
tutulabilecektir. Hâkim bu hususu, suçlunun içinde bulunduğu koşullara göre
saptayabilecektir.
Maddenin dokuzuncu fıkrasında denetimin niteliği
ve maksadı ve bu dönemde hükümlüye ne gibi yükümlülüklerin konulabileceği
açıklanmaktadır.
Tasarının Altıncı Bölümü "Dava ve Cezanın
Ortadan Kaldırılması" başlığını taşımakta ve 83 ilâ 93 üncü maddelerde
ölüm, af, dava zamanaşımı, durması, ceza zamanaşımı, fer'î cezalarda
zamanaşımı, ceza zamanaşımının kesilmesi, zamanaşımının hesabı ve uygulanması,
soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete ve şahsî davaya bağlı suçlar, dava ve
cezanın düşmesinin etkisi, önödeme konuları düzenlenmektedir. Bu konudaki
önemli bir değişiklik, dava zamanaşımının kesilmesinin kaldırılmasıdır. Bunun
yerine zamanaşımı sürelerinin daha uzun olarak saptanması uygun görülmüştür.
Tasarının Birinci Kitabının Dördüncü Kısmının
Yedinci Bölümünde yer alan, 94 ilâ 99 uncu maddelerde Türk ceza mevzuatında
reform niteliğinde bir yenilik gerçekleştirilmekte ve Anayasanın 38 inci
maddesinde sözü edilen güvenlik tedbirlerine Tasarıda böylece ayrıntılı olarak
yer verilmektedir:
Güvenlik tedbirleri, suçludaki tehlike hâliyle
orantılı olarak hükmedilen veya hükmedilebilen ve esas itibarıyla sosyal
savunma amacına yönelmiş bulunan bir yaptırım çeşididir. Bu tedbirler, suçluyu
iyileştirme yoluyla sosyal yararı sağlama amacını güder. Ancak Tasarı, yukarıda
açıklandığı üzere güvenlik tedbirlerinde de suçta ve cezada kanunîlik esasını
uygulamaktadır. Bu nedenle Tasarının kabul ettiği sistemde, güvenlik tedbirleri
ancak kanunun belirlediği veya hâkime yetki verdiği hâllerde uygulanacaktır.
Böylece güvenlik tedbirlerinin hükmedilişlerinde yargı sistemi uygulanacaktır.
Güvenlik tedbirleri failin bir suç işlediği yargı usulleriyle saptandıktan
sonra uygulanabilecektir. Ancak güvenlik tedbirlerinin infazı da, cezalar gibi
idarî niteliktedir. Bu nedenle, güvenlik tedbirlerinin esas nitelik, amaç ve
sonuçlayacakları yoksunluk ve sağlayacakları olanaklar değişik maddelerde
belirtilmektedir. Bu suretle kanunîlik esasına sadık kalınmakla birlikte,
Tasarının 99 uncu maddesi, güvenlik tedbirlerinin infazında uygulanacak usul ve
esasları Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun ile özel tüzüğüne
bırakmıştır.
Tasarı, 94 üncü maddesinde, güvenlik
tedbirlerinin "hürriyeti bağlayıcı olanlar", "haklardan
yoksunluğu gerektirenler" ve "önleyici kefalet" olmak üzere üçe
ayırmış, böylece diğer bazı kanunların tutumundan farklı olarak, mameleke
ilişkin güvenlik tedbirlerine yer vermemiştir. Maddenin değişik bentlerinde üç
grup hâlindeki güvenlik tedbirleri gösterilmiştir.
Tasarı, güvenlik tedbirlerinin, esas itibarıyla,
suçlular ve suçlar hakkında asıl cezaya ek olarak uygulanması sistemini kabul
etmiş bulunmaktadır. Ancak 96 ncı maddenin ikinci fıkrasında da belirtildiği
üzere, mahkûmiyet süresi iki yılı aşmayan bir hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm
edilmiş suçlunun, kişilik özellikleri göz önüne alınarak cezasının aynı süreyle
bir "eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde ıslah edilme" veya
"denetimli serbestlik" tedbirlerinden birine çevrilmesine mahkemece
karar verilebilecektir. Böylece, Anayasanın 38 inci maddesi çerçevesinde
cezalar yerine, güvenlik tedbirlerine hükmedilebilmesi olanağı elde edilmiş
olmaktadır.
94 ilâ 99 uncu maddeler, güvenlik tedbirlerini
çeşitli yönlerden düzenlemiştir. Bu maddelerin gerekçelerinde ayrıntılı
açıklamalar yapıldığından burada ayrıca söz konusu maddeler üzerinde durulması
gerekli görülmemiştir.
Birinci Kitabın "Çocuk ve Küçüklere İlişkin
Hükümler" başlığını taşıyan Beşinci Kısmı hakkında yukarıda gerekli
açıklamalar yapılmıştır; asıl bilgiler için maddelerin gerekçelerine bakılmalıdır.
Tasarının İkinci Kitabı, özel hükümleri
içermektedir. Bu Kitap içinde suçlar, ihlâl ettikleri hukukî yararın niteliğine
göre, üç büyük ayrı kısım hâlinde toplanmış ve tasnif edilmişlerdir. Bilindiği
üzere her suç, bir kısım hukukî yararları ihlâl eder veya belirli yararları
korumak amacıyla meydana getirilir. Tasarı bu yararları üç büyük kısım hâlinde
bir tasnife tâbi tutmaktadır: Başta kişilere ait yararlar gelir. İkinci olarak
toplumun, üçüncü olarak da, toplumun en büyük örgütlenmesini oluşturan Devletin
yararları söz konusu olur. Bu itibarla bir defa suçların üç ana bölüm hâlinde
tasnif edilmesi uygun görülmüştür. Her ana bölüm içinde de yine esas karakteri
kişilere, topluma ve Devlete yönelik olmakla birlikte ayrıca müstakil kategori
oluşturan suçlar ayrı bölümler içine konulmuşlardır. Belirtilen esas
çerçevesinde Özel Kısmın tasnifi şöyledir;
"Kişilere Karşı Suçlar" başlığını
taşıyan Birinci Kısım, ihlâl edilen insan haklarının niteliğini göz önünde
bulundurmak suretiyle on bölüme ayrılmıştır.
Birinci Bölüm : Jenosit ve İnsanlığa Karşı
Suçlar
İkinci Bölüm : Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan
Ticareti
Üçüncü Bölüm : Hayata Karşı Suçlar
Dördüncü Bölüm : İşkence
Beşinci Bölüm : Beden Bütünlüğüne Karşı Suçlar
Altıncı Bölüm : Çocuk Düşürme ve Düşürtme Suçları
Yedinci Bölüm : Hürriyete Karşı Suçlar
Sekizinci Bölüm : Şerefe Karşı Suçlar
Dokuzuncu Bölüm : Hayatın Gizli Alanına ve Özel
Hayata Karşı Suçlar
Onuncu Bölüm : Malvarlığına Karşı Suçlar
Onbirinci Bölüm: Müşterek Hükümler
İkinci Kitabın "Topluma Karşı Suçlar"
başlığını taşıyan İkinci Kısmında şu bölümler yer almaktadır :
Birinci Bölüm : Genel Tehlike Yaratan Suçlar
İkinci Bölüm : Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar
Üçüncü Bölüm : Kamu Güvenine Karşı Suçlar
Dördüncü Bölüm : Kamu Düzenine Karşı Suçlar
Beşinci Bölüm : Ulaşım ve Haberleşme Araçlarına
Karşı Suçlar
Altıncı Bölüm : Cinsel Bütünlüğe ve Edep
Törelerine Karşı Suçlar
Yedinci Bölüm : Aileye Karşı Suçlar
Sekizinci Bölüm : Ekonomi, Sanayi ve Ticarete
İlişkin Suçlar
Dokuzuncu Bölüm : Bilişim Alanında Suçlar
Onuncu Bölüm : Müşterek Hükümler
İkinci Kitabın "Millete, Devlete ve Kamusal
Barışa Karşı Suçlar ve Son Hükümler" başlığını taşıyan Üçüncü Kısmında şu
bölümler yer almıştır :
Birinci Bölüm : Devletin Ülkesine, Egemenliğine
ve Birliğine Karşı Suçlar
İkinci Bölüm : Anayasa Düzenine ve Devlet
Kuvvetlerine Karşı Suçlar
Üçüncü Bölüm : Millî Savunmaya Karşı Suçlar
Dördüncü Bölüm : Devlet Sırlarına Karşı Suçlar
ve Casusluk
Beşinci Bölüm : Kamu Hizmeti ve Görevlerine
Karşı Suçlar
Altıncı Bölüm : Devletin Egemenlik Alametlerine,
Organlarına ve Memurlarına Hakaret Suçları
Yedinci Bölüm : Adliyeye Karşı Suçlar
Sekizinci Bölüm : Yabancı Devletlerle Olan
İlişkilere Karşı Suçlar
Dokuzuncu Bölüm : Memurlar Tarafından İşlenen
Suçlar
Onuncu Bölüm : Müşterek Hükümler
Onbirinci Bölüm : Son Hükümler
Yukarıya aktarılan tasniften de anlaşılacağı
üzere Tasarı, kişilere karşı suçlara özel hükümlerin başında yer vermiş
bulunmakta ve böylece, insanı ve insan haklarını koruma ilkesine verdiği üstün
değeri ifade etmek ve esasını oluşturan suç ve ceza politikasının temel
hedefini bir kere daha vurgulamak istemektedir. Tasarının bu Kısmına
"Jenosit ve İnsanlığa Karşı Suçlar", "Göçmen Kaçakçılığı ve
İnsan Ticareti" bölümleri ile başlamış olması, Tasarının, insancıl
değerleri vurguladığını gösteren anlamlı bir işaret sayılmalıdır.
Üç ayrı kısım içinde yer alan bölümlerin
maddelerinde, korunmak istenen hukukî yarar göz önünde bulundurulmak suretiyle
sıralama yapılmış ve böylece aynı hak ve yararı ihlâl eden suçlar aynı bir
bölüm içerisinde toplanmıştır. Bilindiği gibi bazen aynı bir suç, birden çok
yararı aynı zamanda ihlâl edebilir ve değişik yararları aynı zamanda koruma
hedefini güdebilir. Bu gibi hâllerde, suça ilişkin değişik hak ve yararlar
arasında galip olan, üstün sayılan yarara göre maddenin yeri saptanmıştır. Bu
tasnif kanunun uygulanmasında, yorumda kolaylık sağlayacak ve hukukçu
olmayanlar için ilgili hükümleri bulmak kolaylaşacaktır.
Tasnif yönünden uygulanan diğer bir esas da,
aynı bir kısmın değişik bölümleri arasında ortak hükümlerin, her kısmın
sonundaki "müşterek hükümler" başlığını taşıyan bölüme yerleştirilmiş
olmasıdır. Aynı bir bölüm içinde yer alan değişik suçlar bakımından müşterek
olan hükümler ise, o bölümün sonuna konulmuştur.
Tasarının özel hükümlerin tasnifi bakımından
getirdiği diğer bir özellik de, kabahat derecesindeki suçlar için, 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı Kanundan farklı olarak, ayrı bir kısım tahsis edilmiş
olmamasıdır. Kabahat derecesindeki suçlara da ihlâl eyledikleri veya korumak
amacında bulundukları hukukî yarar göz önüne alınmak suretiyle ilgili bölüm
içinde yer verilmiştir.
Bölümler içerisindeki suçlara ise şu esasa göre
yer verilmiştir.
Suçlara, işlenişlerindeki yoğunluğa ve korunan
hak ve yararın önemine göre bölüm içerisinde öncelik verilmektedir. Bu sıra
çerçevesinde önce suçun basit şekli yer almakta, sonra nitelikli şekli
gösterilmektedir. Bileşik suçlara ise, diğer suçlardan sonra yer verilmektedir.
Suçlar, ilke olarak bölümler içerisinde böylece yer almakla birlikte,
unsurlarının bir kısmı müşterek olan fiillerin karşılaştırmayı ve uygulamada
kolaylığı sağlamak üzere, birbirini izlemesine de dikkat edilmiştir.
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Kanunun esas
sistemi itibarıyla her ihtimali ayrı ayrı göz önüne alarak bunlara göre cezayı
ayrı ayrı tertipleyen, hâkimin takdir hakkına fazla yer vermeyen, vak'acı
"casuistique" nitelikte bulunduğu bilinmektedir. Bu hâlin gerek
bizdeki hukuk uygulamasının geleneksel özelliklerinden, gerek suçta kanunîlik ilkesinin
çok abartılı şekilde anlaşılmasından kaynaklandığı ayrıca bilinmektedir.
1960'lardan sonra meydana getirilen çağdaş kanunlar, kanunîlik ilkesine tam
sadık kalmakla birlikte, bu sistemden bir ölçüde ayrılmış ve değişik
olasılıkları kapsayabilecek ibareleri içeren ve hâkime kanunu olaylara
uydurabilecek derecede takdir hakkı sağlayan bir tutumu yansıtmışlardır.
Tasarıda, bu iki akım arasında ortalama bir yolun tercihi uygun sayılmıştır.
Böylece yürürlükteki Kanunun abartılı "casuistique" karakteri, Tasarıda
yer almış değildir ve fakat suçta kanunîlik ilkesini zedeleyebilecek derecede
metinlere genişlik verilmesi de uygun sayılmamıştır.
Tasarının Özel Kısmında yer alan suçları
belirleyen maddelerine ilişkin gerekçeler ayrıntılı olarak kaleme alınmış ve
metinle birlikte sunulmuştur. Bu nedenle, Genel Gerekçede uygulanan suç ve ceza
siyaseti bakımından, gerekli sayılan yukarıdaki açıklamalarla yetinilmesi ve
maddeler hakkındaki gerekçelere tümüyle yollamada bulunulması uygun
sayılmıştır.
1960'lardan sonra insan haklarına ve demokrasi
ilkeleri ile uyumlu ceza hükümleri getirme akımına Tasarıda özellikle yer
verilmiş ve bununla orantılı olarak yeni hükümler metinde yer almıştır.
Bunların gerekçeleri her madde bakımından ayrı ayrı sunulmuştur.