T.C.
YARGITAY
HUKUK
GENEL KURULU
E.
2012/4-831
K.
2013/393
T.
27.3.2013
DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 1.Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.09.2010 gün ve 2008/477 E. 2010/353 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin 06.02.2012 gün ve 2010/13773 E.-2012/1421 K. sayılı ilamı ile;
( ... Dava, kamu görevlisinin
kusurlu davranışları sonucu kişilere zarar vermesinden kaynaklanan ve zarar
görenin kamu görevlisi aleyhine açtığı tazminat davası niteliğinde olup, yerel
mahkemece açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı
tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar, davalının ...
Belediyesine ait temizlik ( yol süpürme ) aracı ile manevra yaparken
müteveffanın ölümüne sebebiyet verdiğini belirterek maddi ve manevi tazminat
isteminde bulunmuşlardır.
Davalı, ... Belediyesinde iş
aktine tabi olarak çalıştığını, işletenin ... Belediye Başkanlığı olduğunu,
Belediyedeki görevi nedeni ile aracın sürücüsü olduğunu beyanla davanın reddini
talep etmiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen
kabulüne karar verilmiştir.
Sorun, kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken, kişilerin zarar görmesi
halinde, zarar görenin kamu görevlisinin şahsına karşı açtığı davada, kamu
görevlisinin hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kast ve kusurunun araştırılmasına
gerek olup olmadığı ve netice itibariyle davanın esastan mı yoksa husumetten mi
reddine veya kabulüne karar verileceği ve bu konuda yorum yolu ile sonuca
ulaşmanın ve uygulama yapmanın mümkün olup olmadığına ilişkindir.
Bu durumda, kamu görevlisinin
görevini yaparken kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa,
hizmetten ayrılabilen kişisel kusuru mu olacağının tespiti gerekmektedir. Kamu
kurumları kamu hizmeti yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik
olduklarından ve bu kişilik maddi değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu
hizmetini bizzat yerine getiremezler. Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan
kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir.
Bunun sonucu olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve
gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine
getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu
kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten
ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu
görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur.
Hizmetten ayrılabilen kişisel
kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayati ile
tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur.
Konunun iyi anlaşılabilmesi için
örnek vermek gerekirse:
Sabahleyin aracı ile kamu
hizmetini yapmak için çalıştığı hastaneye gelen doktorun, aracını park ederken
kendisinden önce tedavi olmak için hastaneye gelmiş olan bir hastanın aracına
çarpıp zarar vermesi halinde bu, doktorun kamu hizmetiyle alakalı olmayan
kişisel kusurudur. Aynı doktorun aracını park ettikten, hastanedeki poliklinik
odasına girdikten sonra görevi olan sağlık hizmeti ile ilgili yaptığı ( teşhis,
tedavi ve ameliyat gibi ) eylemlerde bir kusur olursa bu kusur hizmet
kusurudur.
Yukarıda açıklanan sorun
konusunda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için öncelikle konuya ilişkin yasal
düzenlemeleri incelememiz gerekir.
Anayasa'nın 129/5.maddesinde;
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken ( görevlerini
yaparken ) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek
kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine
dava açılabilir.
657 sayılı Devlet Memurları
Yasası'nın ( kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı ) 13. maddesinde; kişiler
kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu
görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava
açarlar.
Borçlar Yasası'nın ( Haksız
muamelelerden doğan borçlar başlıklı ) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek
ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir
zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur.
Anayasa'nın 129/5 maddesi ile 657
sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 13.maddesinin Borçlar
Yasası'nın 41/1.maddesi ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel
kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargı'da dava açılabileceğinin kabulü
mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası'nın 41/1.maddesi genel bir hüküm olup,
yine genel olarak “zarar ika eden şahsı” esas almış olup, kamu görevlisi veya
memurdan bahsetmemektedir.
Bir konuda hem genel hüküm, hem
de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama
yapılması hukukun temel prensiplerindendir.
Yukarıda açıklanan Anayasa'nın
129/5 ile 657 Devlet Memurlara Yasası'nın 13.maddesi karşısında Borçlar Yasası'nın
41/1.maddesi esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı
kamu görevlileri aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de
mümkün değildir.
Anayasa'nın 129/5.maddesiyle 657
sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 13.maddesi, yorum
gerektirmeyecek kadar açık, net ve amirdir. Diğer yandan yasalar iptal
edilmekçe veya değiştirilmedikçe yürürlüktedir. Ve mevcut hükümleri ile
uygulanmaları gerekir. Yargı, uygulamaları ve bir kısım sosyal ihtiyaçlar
nedeni ile yasaların yetersizliği veya değiştirilmesi gerektiği düşünce ve
kanaatinde olsa dahi, yorum yolu ile yürürlükteki Anayasa ve yasa maddelerini
uygulamayarak atıl bırakamaz. Yorum yolu ile Anayasa ve Yasalara aykırı
uygulama yapamaz ve karar veremez. İhtiyaç varsa yeni yasal düzenlemeler
yapılabilir. Ve Yasal düzenleme yapma yetki ve görevi T.B.M.M.'ne aittir.
Sonuç olarak kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan
tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi
aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir.
Nitekim yukarıda sözedilen
mevzuat hükümleri doğrultusunda 14/09/1983 tarih 1980/4-1714, 1983/803 Karar
sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da bu görüş benimsenmektedir.
Davaya konu edilen olayda, davalı
... Belediyesinde iş aktine tabi olarak çalışmakta olup kazada, Belediye
temizlik aracı ile yol kenarını süpürerek hareket halinde olduğunda meydana
gelmiş olup idari hizmetin yürütüldüğü anda zarar meydana gelmiştir. Bu durumda
davanın sıfat yokluğundan ( husumetten ) reddedilmesi gerekirken davanın
esasına girilerek hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın
bozulması gerekmiştir... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya
yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca
incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, trafik kazası sonucu
meydana gelen ölüm nedeni ile tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, istem
kısmen kabul edilmiş; davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Daire'ce,
yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, “olaya ilişkin kamu
davasının yargılaması sırasında davalı M. hakkında 657 Sayılı Devlet Memurları
Kanunun öngördüğü Meni Muhakeme veya Lüzumu Muhakeme hususunda herhangi bir
karar da alınmayarak soruşturma ve kovuşturma yapıldığı, ayrıca davalı, her ne
kadar ... Belediye Başkanlığı'nın kadrolu işçisi dahi olsa, zarara sebebiyet
veren aracın malik veya işleteni kamu idaresi olmadığı, aracın D... Finansal
Kiralama A.Ş. ye ait olup O... Taahhüt A.Ş.'ye kiralanmış, O... Taahhüt A.Ş.
ile belediye arasında yapılan hizmet alımı ihalesi neticesi kiralayan O...
Taahhüt A.Ş. tarafından işletilmekte olduğu, Hizmet Alım Sözleşmesinin
22.maddesinde ise zarardan kaynaklı sorumluluğun yüklenici O... Taahhüt A.Ş.ye ait
olacağının bildirildiği, dolayısıyla davacıların zararlarının idareden talep
etmesi imkanı da bulunmadığı, olayın ve küçük A. S.'nın olay neticesi ölümünün
2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu'ndan kaynaklanması, olaya Borçlar
Yasası'nın haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanması, olaya sebebiyet
veren araç ile idarenin hiçbir ilgisinin bulunmaması, olaya davalı sürücünün
kişisel kusurunun neden olması hususları dikkate alındığında, meydana gelen
zararlardan davalının sorumlu olacağı ve davalı aleyhine adli yargıda dava
açılmasının ve sonuçlandırılmasının yerinde olduğu” gerekçesiyle önceki kararda
direnilmiş; hükmü davalı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel
Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dışı ... Belediye Başkanlığı'nda işçisi
olarak çalışan M.'ın yol süpürme kamyonunu kullanmakta iken kusurlu eylemi
nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin davalı M.'a yöneltilip
yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, kamu görevlilerinin
eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan devletin sorumluluğuna ilişkin yasal
düzenleme, kavram ve kurumlar irdelenmelidir:
Kamu görevlisi, 5237 sayılı
TCY'nın 6.maddesinin 1.fıkrasının
( c ) bendinde; “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya
da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” olarak
tanımlanmıştır. Bu tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayılması için aranacak
yegâne ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır.
Kamusal faaliyet de, anılan madde
gerekçesinde; “Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş
olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nun 4.maddesinin 1.fıkrası
ile, “Kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve
işçiler eliyle gördürülür” hükmü bulunmaktadır. aynı maddenin ( D ) bendinde
ise; “işçiler: ( A ), ( B ) ve ( C ) fıkralarında belirtilenler dışında kalan
ve ilgili mevzuatı gereğince tahsis edilen sürekli işçi kadrolarında belirsiz
süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan sürekli işçiler ile mevsimlik veya
kampanya işlerinde ya da orman yangınıyla mücadele hizmetlerinde ilgili
mevzuatına göre geçici iş pozisyonlarında altı aydan az olmak üzere belirli
süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan geçici işçilerdir.” şeklinde
tanımlanmıştır.
Kamu personelinin mali
sorumluluğuna ilişkin düzenlemelere baktığımızda ise;
2709 sayılı T.C.Anayasası (
Anayasa )'nın ;
“Temel Hak ve Hürriyetlerin
Korunması” başlıklı 40.maddesinde:
Anayasa ile temel hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili
kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler
tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe
tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.
İdareye karşı yargı yolunu
düzenleyen “Yargı Yolu” başlıklı 125.maddesinin birinci fıkrasının ilk
cümlesinde: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu
açıktır.”; son fıkrasında da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlüdür.”
Kamu görevlilerinin görev ve
sorumluluklarını düzenleyen 129.maddesinin;
Birinci fıkrasında: “Memurlar ve
diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla
yükümlüdürler.”
Beşinci fıkrasında: “Memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
Hükümleri yer almaktadır.
Anayasa'nın bu hükümleri ile
memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu
davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne
çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini
sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu
görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan Devleti muhatap almak suretiyle
kamu düzenini korumak amaçlanmaktadır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu'nun 14.09.1983 gün 1980/4-1714 E., 1983/803 K.sayılı kararında da
Anayasa'nın 129/5.maddesinin konuluş amacı tartışılmış; “T.C.Anayasası'nın
zararın doğumuna neden olan eylem ve davranışlarla, buna bağlı hukuki
sorumluluğu hiçbir zaman ortadan kaldırmadığı; aksine, zarar görenler açısından
daha güvenli sayılması gereken Devletin sorumluluğu ilkesini getirdiği…” ifade
edilerek aynı sonuca varılmıştır.
Bu anayasal hükümlere paralel
düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun, 12.05.1982 tarih ve 2670
Sayılı Kanunun 6.maddesi ile değişik, 13.maddesinde yer almaktadır.
657 sayılı Kanunun “Kişilerin
Uğradıkları Zararlar” başlıklı 13.maddesinin, 06.06.1990 tarih ve 3657 sayılı
Kanunun 1 maddesiyle değişik, birinci fıkrasında:
“Kişiler kamu hukukuna tabi
görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine
getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak,
Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve
para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete
geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden
Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu
personele rücu hakkı saklıdır.”
Hükmü öngörülmüştür.
Anayasa'nın 129/5.maddesinin
uygulama yasası olan 657 sayılı, Devlet Memurları Kanunu'nun 13.maddesinin Meclis
gerekçesinde;
“Bu madde, kamu hukukuna tabi
görevler bakımından idare edilenlere verilecek zararlar konusundaki sorumluluğu
düzenlemektedir...
Maddedeki teminat iki açıdan
incelenmelidir;
Her şeyden önce, idare edilenler
lehine bir teminat mevcuttur. İdare edilenler, kamu hukukuna tabi görevler
dolayısıyla kendilerine verilmiş olan zararlarda, doğrudan doğruya görev sahibi
kurum aleyhine dava açabilecekler ve böylece asıl ödeme kabiliyeti olan bir
davalı bulmuş olacaklardır. Aksi takdirde, özellikle büyük zararlar bakımından,
davayı kazansalar bile, ödeme kabiliyeti olmayan bir memurla karşı karşıya
kalmaları mümkündür. Hâlbuki maddedeki şekliyle, her zaman için karşılarında
ödeme kabiliyetine sahip bir kurum bulabileceklerdir.
İkinci teminat; memur, daha
doğrusu “Kamu hukukuna tabi hizmetlerle görevli personel” bakımındandır. Bu
gibi personel, görevlerini yerine getirirken, daimi bir tazminat tehdidi altında
kalmayacaklar ve dolayısıyla kamu hizmetlerinin çok ağır görülmesi gibi bir
sakıncayla karşılaşılmayacaktır. Ancak, daimi olarak ve ilk elden dava tehdidi
altında bulunmamak, memurların tamamıyla sorumsuz hareket edebilecekleri
şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu madde ile memur, mütemadiyen mahkemelerde kendi
aleyhine açılmış davalarla uğraşmaktan korunmuştur ama, görevleri dolayısıyla
idareye vermiş olduğu zararlardan ötürü idareye karşı olan sorumluluğu devam
etmektedir....” ifadeleri yer almaktadır.
Görülmektedir ki, Anayasa'nın
40/3, 125 /son, 129/5.maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş;
“memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare
aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümünde
Anayasa'nın 129/5.maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri
kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır
ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır:
Kusurun kanunlarımızda tanımı
yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre; kusur, hukuk
düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma
olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış
olmasıdır. Kısacası; kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir
davranış tarzının kınanması olup; bu kınama, o davranışın belirli koşullar
altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından
kaynaklanır.
Yine, öğreti ve uygulamadaki
hakim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal ( taksir
) olmak üzere ikiye ayrıldığı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka
aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka
aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli
önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.
İdare hukuku ilkeleri
çerçevesinde olaya bakıldığında ise, bir kamu görevlisinin görev sırasında,
hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel
kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu
nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği bilinen
ilkelerindendir ( Danıştay 10.Daire T. 20.04.1989 gün ve 1988/1042 E., 1989/857
K. sayılı ilamı ).
Yeri gelmişken “yetkilerini
kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlanın
ne olduğu üzerinde durulmalıdır:
Devletin sorumluluğunun diğer bir
şartı da, zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini
yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken”
gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Şu halde “görevin ifası”
“yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel ( görevsel )
bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi ( kamu yetkisi ) yerine getirilirken, bu
görev ve yetki nedeni ile doğmuş olmalıdır.
Memur ve diğer resmi
görevlilerinin kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi
olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere
verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur ( Eren F., Borçlar
Hukuku Genel Hükümleri, Beta, 10. Bası, s. 590 vd. ).
Tüm bu açıklamalar göstermektedir
ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin
yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle
ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine
bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak
ortaya çıkmakta ve bu husus, 657 Sayılı Yasa'nın13'üncü maddesindeki
“kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar”
ibaresinde ifadesini bulmaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa'nın
129/5.maddesinde “kusur” şartından bahsedildiğine göre yetkisini kullanan
memurun veya kamu görevlisinin işlediği eylemin kasten mi yoksa ihmalen mi
gerçekleştirdiğine bakılmaksızın bu eylemlerinden doğan davaların ancak idare
aleyhine açılması gerektiğinin kabulü zorunludur. ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 01.02.2012 gün
ve 2011/4-592E., 2012/25 K. sayılı ilamı ).
Bu ilkeler ışığında somut olay
değerlendirildiğinde:
Davalı ... Belediye
Başkanlığı'nın işçisi olan davalı M.'ın kullandığı çöp süpürme aracı ile seyir
halinde iken meydana gelen trafik kazası sonucunda kusurlu davranışı ile
davacıların murisi olan A. S.'nın ölümüne sebebiyet verdiği iddiasıyla ve
işçiyi hasım göstererek, davacılar eldeki tazminat davasını açmışlardır.
Davacıların bu iddiası, içerikçe
davalı belediye işçisi M.'ın görevi sırasında ve görevini ifa ederken işlediği
bir kusura ve bu kusurun niteliği itibariyle de kamu görevlisinin ihmaline
dayanmaktadır.
Hal böyle olunca, davalının
görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve
tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına
ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet, kamu
görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise, dava idare aleyhine açılıp,
husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.
Bu konuda, Hukuk Genel Kurulu'nda
yapılan görüşmelerde azınlıkta kalan görüş sahiplerince; davalının işçi olması
nedeni ile Anayasa'nın 129/5 maddesi ve 657 Sayılı Yasanın 13. maddesi kapsamında
değerlendirilemeyeceği bu nedenle doğrudan kusurlu işçiye karşı dava
açılmasının mümkün olduğu gerekçe ile yerel mahkeme karanının onanması gerektiği
görüşü savunulmuşsa da bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle çoğunlukça
benimsenmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle,
Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak
gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı
bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında
gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi gereğince
BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
aynı Kanunun 440.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde
karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.03.2013 gününde yapılan ikinci
görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Ceza kanunu veya diğer kanunlarda
suç olarak nitelendirilen bir fiilin işlenmesi durumunda kamu görevlileri ve
devlet memurlarının sorumluluğun kendilerine ait olması gerektiği, somut
uyuşmazlıkta ceza mahkemesince asli kusurlu olduğu kabul edilerek 1 yıl 8 ay
hapis cezasına mahkum olan davalıya karşı dava açılabileceği kişisel kusurunun
söz konusu olduğu, ceza mahkumiyetinin varlığının kişisel kusurun varlığını
kanıtladığı ( BKZ. Aynı görüş Doç. Dr. E. Ethem Atay, İdare Hukuku, Ankara
2006, S.585 ) görüşünde olduğundan sayın çoğunluk kararına karşıyım.
< Önceki | Sonraki > |
---|