KAYDUL

HUKUK


Mahkeme Kararları » Borçlar Hukuku »
Çarşamba, 01 May 2024

Alışveriş merkezinde meydana gelen kaza nedeni ile açılan manevi tazminat davasında davacı satıcı ile davalı alıcı arasında Tüketicinin Korunması Hakkında Kanundan kaynaklanan bir uyuşmazlık olduğundan dava tüketici mahkemesinde görülür.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2012/13-1220

K. 2013/239

T. 13.2.2013

ÖZET : Davacılar, alışveriş için davalının mağazasına gittiklerini, mağaza içinde gezinirken, mağazanın iç duvarlarında bulunan raflara yerleştirilmiş olan yarı insan büstü şeklindeki mankenin üzerine düşmesi sonucu başından ve boynundan şişme ve morluklar meydana getirecek şekilde yaralandığını, 10 gün rapor verildiğini, 15 yaşında küçüğün bir yıldır beden eğitimi derslerine giremediğini, annesinin de kızının başına gelenlerden dolayı manen zarar gördüğünü ileri sürerek, manevi tazminatın yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Davalı satıcı ile tüketici davacılar arasında 4077 sayılı yasadan kaynaklanan bir uyuşmazlık bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda davaya bakmaya Tüketici Mahkemesi görevlidir.

KARAR : Dava; manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece,davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davacılardan Ü. ve davalı … Kol.Teks.San. ve Tic. A.Ş.vekilinin temyizleri üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı nedenlerle bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davacı Ü. ve davalı ... Kol.Teks. San.ve Tic. A.Ş. vekili getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; istemin içerik ve kapsamına, tarafların sıfatına göre davaya bakma görevinin Asliye Hukuk Mahkemesi'ne mi yoksa Tüketici Mahkemesi'ne mi ait olduğu noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle borç doğurucu sorumluluk kaynakları üzerinde durulmasında yarar vardır:

Toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir ( Süleyman Yalman, Türk-İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden DoğanSorumluluk, Ankara 2006, s. 37 ).

Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu ( culpa in contrahendo ) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı ( MK. m. 2 ) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur ( Fikret Eren,Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083; İlhan Ulusan,Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287 ). Başka bir ifadeyle, sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur ( Süleyman Yalman, age., s.38 ).

Zira, sözleşme görüşmelerine başlanmasıyla birlikte taraflar arasında temeli dürüstlük kuralına dayanan bir güven ilişkisi meydana gelir ve bu ilişki koruma yükümlerini de içerir. Bundan dolayı sözleşme görüşmelerinde taraflardan herbiri veya yardımcıları, diğer tarafa veya onun himayesinde bulunan kişilerin şahıs ve mal varlıklarına zarar vermeyi engellemek için gerekli dikkat ve özeni göstermek ve koruma yükümlerine uymak zorundadırlar. Çünkü, koruma yükümleri, ifa menfaati dışında kalan diğer şahıs ve mal varlığı değerlerine zarar vermemeyi ihtiva eder. Sözleşme öncesi koruma yükümlerinin ihlali, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğa sebebiyet verir ( Ayfer Kutlu Sungurbey,Yetkisiz Temsil Özellikle Culpa in Contrahendo -Sözleşmenin GörüşülmesindeKusur- ve Olumsuz Zarar, Haziran 1988, s.103 vd.; Fikret Eren, age., s.1086,1091 ).

Diğer taraftan, taraflar arasında bir hukuki ilişki söz konusu olduğunda, bunun ihlalinin haksız fiil olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü haksız fiilde, zarar verici davranışın işlendiği aşamada taraflar arasında daha önce kurulmuş bir hukuki ilişki yoktur. Bu sebeple sözleşme görüşmelerindeki bir yüküm ihlali haksız fiil olarak nitelendirilemez. Sözleşme görüşmeleri ile ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlaline kıyasen sözleşme hükümlerinin uygulanması daha uygun olacaktır ( Süleyman Yalman,age., s.83 ).

Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, yalnızca sözleşmenin geçerliliğine güvenden doğan zarardan ( olumsuz zarardan ) sorumluluğu değil, Medeni Yasa, m. 2, I'deki dürüstlük kurallarına dayanan “güven ilkesi”nden kaynaklanan karşı tarafın kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolundaki davranış yükümüne aykırılıktan doğan sorumluluğu da kapsar. Bu hukuksal düşünce Mukayeseli Hukukta, Alman İmparatorluk Mahkemesi ve Federal Mahkemesi'nin “mağaza kararları” diye anılan kararlarında dile getirilmiştir. Alman İmparatorluk Mahkemesi 7 Aralık 1911 tarihinde verdiği “muşamba topu kararı”olarak adlandırılan kararıyla, sözleşmenin görüşülmesinden yalnız bildirim ve aydınlatma yükümlerinin değil, karşı tarafın canını ve malını ( kişi ve malvarlığını ) koruma yükümlerinin de doğduğunu kabul etmiştir.

Bundan dolayı da, mağaza tezgahtarının bir yer muşambası satın almak isteyen bir kadına muşamba toplarını gösterirken bunlardan birini kadının üstüne düşürerek ona zarar vermesi durumunda, mağaza sahibinin Türk Borçlar Kanunu'nun m.55'in karşılığı olan Alman Medeni Yasası § 831'e göre değil de, Türk Borçlar Kanunu'nun m.100'ün karşılığı olan Alman Medeni Yasası, § 278'e göre sorumlu olduğuna karar vermiştir.

Alman Federal Mahkemesi'nin, yine sözü geçen “mağaza kararları”ndan olarak 26 Eylül 1961 tarihinde verdiği “muz kabuğu kararı”nda, bu doğrultuda daha da ileri giderek, büyük bir mağazaya giren kimsenin, daha sözleşmenin görüşülmesine başlamadan önce “işlemsel ilişkiler hazırlığı aşamasında” bulunduğu sırada, yere atılmış bir muz kabuğuna basıp ayağı kayarak düşüp yaralanması yüzünden mağaza işletmecisinin mağazaya giren kimselerin güvenliğini sağlamak yolunda genel bir özen borcuna aykırılıktan dolayı sorumlu olduğunu kabul etmiştir.

“İşlemsel değinme ( temas )” kuramına göre; bir kimsenin, sözleşmenin görüşülmesine başlamadan önce de, “işlemsel ilişkiler hazırlığına girişmesi” durumunda güven ilişkisinden, tarafların birbirlerinin kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolunda davranış yükümleri doğacağı kabul edilmektedir. İşlemsel ilişkiler hazırlığına girişme, bu hazırlık henüz gerçek bir “sözleşmenin görüşülmesi”aşamasına varmamış olsa bile gerçekleşebilir. Örneğin, bir kimsenin “olası müşteri” olarak kesin bir satın alma amacı olmasa bile bir mağazaya girmesi ya da bir lokantada yer araması durumunda olduğu gibi, Alman Fedaral Mahkemesi'nin yukarıda sözü geçen “muz kabuğu kararı”da bu görüşe uygundur ( Larenz, Culpa incontrahendo, Verkehrssicherungspflicht und “Sozialer Kontakt”, MND 1954, s. 515 ve sonrası, Ayfer Kutlu Sungurbey, age., s.103- 109 ).

Benzer şekilde İsviçre-Türk hukukunda baskın olan görüşe göre; sözleşmenin görüşülmesine başlamakla taraflar arasında hukuksal bir ilişki, daha doğru bir deyimle bir güven ilişkisi meydana gelir. Bu güven ilişkisinden, Medeni Yasa, m. 2'deki dürüstlük kuralları uyarınca belli bir ölçüde karşı tarafınçıkarlarını gözetme, böylece bildirim, aydınlatma ( boş yere güven vermeme,güveni boşa çıkarmama ) gibi birtakım özen yükümleri doğar. Bu özen yükümleri, sözleşmeden doğan edim yükümünden farklı olarak, yasadan doğan davranış yükümü niteliğindedir. Bu davranış yükümlerine aykırılık da, sözleşmeden doğan borca aykırılığa benzer. Bundan dolayı, sözleşmenin görüşülmesi sırasındaki bu davranış yükümlerine aykırılığa da sözleşmeden doğan borca aykırılık kuralları örnekseme yoluyla uygulanır ( Ayfer Kutlu Sungurbey, age., s.117- 118 ).

Alman Federal Mahkemesi'nin 1976 yılında muz kabuğu kararına benzer bir karar olarak bir sebze yaprağı dahil edilmiş, bu kararda on dört yaşında bulunan kız çocuğu, annesine malları taşımada yardım etmek üzere geldiği süper markette, yerdeki bir sebze yaprağına basarak kaymış, yere düşmüş ve sağ dizinde ameliyat gerektirecek ağırlıkta bir sakatlığa uğramıştır. Uğranılan zarar, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk esasına göre giderilmiştir. Alman Federal Mahkemesi içtihatlarını, bu olaylarda üçüncü şahısların korunması sahasına yaymıştır.

Her üç olayda, bir sözleşmeyi hazırlayıcı hukuki ilişki ve kişi güvenliğinin sözleşmeyle korunması hakkı, mağazadan içeriye sözleşme yapma amacıyla girmesi hareket noktası olmuştur. Aslında Alman Hukuk uygulamasının bu olaylarda,sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu kabul etmesi, Alman Medeni Kanunu'ndaki haksız fiil kurallarının bu tip olaylarda tatmin edici sonuçlar ortaya koyamamasından kaynaklanmıştır. Bundan başka asıl can alıcı nokta, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk; zarar göreni ispat külfetinden kurtarma ve zamanaşımı süresinin uzatılmasından yararlanmak için kullanılmış olmasıdır.

Çünkü sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğun sözleşme veya haksız fiil hükümlerine dayandırılması, zamanaşımı, ispat yükünün dağılımı ve yardımcı kişilerin sorumluluğu açısından önem arz etmektedir. Zira sözleşme sorumluluğunda, kanunda aksine bir hüküm yoksa zamanaşımı süresi 10 yıldır ( BK.m.125 ). Davacı kusuru ispatlamakla yükümlü değildir ( BK. m.96 ) ve yardımcı kişilerden dolayı sorumlulukta, adam çalıştıran kurtuluş delili getirme imkanından mahrumdur ( BK. m.100 ). Haksız fiil sorumluluğunda ise, zamanaşımısüresi 1 yıl ( BK. m.60 ) olup, davacı, davalının kusurlu olduğunu ispatlamak zorundadır ( BK. m.42 ) ve yardımcı kişilerden dolayı sorumlulukta adam çalıştıran kurtuluş delili getirebilme imkanına sahiptir ( BK. m.59 ) ( SüleymanYalman, age., s. 62, 70 ).

Belirtilen bu durumlarda bir sözleşme kurulmuş veya kurulmamış ya da hükümsüz veya geçerli olmasından bağımsız olarak sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğun sözkonusu olması bugünkü hakim düşünceye göre artık tartışmasızdır.

Yukarıda belirtildiği üzere, borç doğurucu sorumluluk kaynakları yönünden somut olay değerlendirildiğinde; olaya "sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk" kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Gerçektede; sözleşme bir süreçtir. Bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Görüşmelerin başlamasıyla görüşmeciler arasında hukuki birilişki kurulur. Bu ilişki sözleşme benzeri bir güven ilişkisidir. Güven ilişkisi MK. m.2/1’de düzenlenmiş bulunan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre, görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması,birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerekir. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar ( Fikret Eren, age., s. 1084, 306 vd.; İlhanUlusan, age., s.286 ).

O halde, sözleşme görüşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlığın; haksız fiil kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Davacının alışveriş yapmak için mağazaya gelmesi ile taraflar arasında satımı hazırlayan sözleşme benzeri karakterde bir hukuksal ilişki doğmuştur. Bu ilişkide, satıcının ve satım alma isteklisine malın gösterilmesi ve incelenmesinde sağlığı ve malı için gereken özeni göstermekle yükümlü olması bakımından hukuksal işleme ilişkin yükümlülükler getirmiştir. Bu nedenleuyuşmazlığın sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.

OlayınTüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca değerlendirilmesine gelince;

Tüketici kavramı, tüketicinin korunmasında temel hareket noktası olması nedeniyle, tüketiciyi korumaya yönelik politikaların oluşturulması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Gerçektende, tüketicinin korunması gerektiği düşüncesi, öncelikle, mal ve hizmeti sunanlara karşı tüketicinin daha elverişsiz bir konumda olması vakıasından kaynaklanmıştır. Daha açık bir ifade ile, tüketicinin dahil olduğu sosyal ve hukuki bir ilişkide, ilişkinin ekonomik ve sosyal bakımdan zayıf tarafını oluşturduğu ve ekonomik ve hukuki anlamda tecrübesiz bir konumda bulunduğu gerçeği tüketicinin korunması fikrinin odak noktasını oluşturmuştur.

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna göre; tüketici, bir mal veya hizmeti özel amaçlarlasatın alarak nihai olarak kullanan veya tüketen gerçek veya tüzel kişi olarak tanımlanmıştır.

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, Kanun Koyucu tüketici kavramını tanımlarken bir mal veya hizmetin özel amaçlarla satın alınması ve nihai olarak kullanılması ölçütleri yanında, tüketicinin sadece gerçek kişideğil tüzel kişi de olabileceğini işaret etmiş, ayrıca malın satın alınması yanında hizmetlerden yararlanılmasını da tüketim kapsamı içindedeğerlendirmiştir ( Hasan Seçkin Ozanoğlu, M. Kemal Oğuzman Armağanı, MukayeseliHukuk ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Açısından Tüketiciyi KoruyanDüzenlemelerin Kişi Bakımından Uygulanma Alanı, İstanbul 2000, s. 666-667 ).

Diğer taraftan, 4822 sayılı Kanunla değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 1.maddesinde; bu kanunun amacının, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek olduğu açıklanmış; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde de “Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar” hükmüne yerverilmiştir.

Aynı Kanun'un 4822 Sayılı Kanun'la değiştirilen 3.maddesinin ( e ) bendinde, tüketici,“Bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişileri”; ( f ) bendinde, satıcı, “Kamu tüzelkişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri”, ( g ) bendinde, sağlayıcı; “Kamu tüzelkişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye hizmet sunan gerçek veya tüzel kişileri”; ( h ) bendinde, “Tüketici işlemi; mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi” ifade eder, şeklinde tanımlanmıştır.

Bu düzenleme sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğun ( culpa in contrahendo )tüketici hukukundaki yansımasıdır.

Yine aynı Kanun'un 23.maddesinde bu Kanun'un uygulanması ile ilgili her türlüihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağı düzenlenmiştir. Bir hukuki işlemin 4077 sayılı Yasa kapsamında kaldığının kabul edilebilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal vehizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekmektedir.

Somut uyuşmazlıkta, davacıların alışveriş yapmak amacıyla davalıya ait mağazanın rafları arasında dolaştıkları sırada, mağazanın iç duvarlarında bulunan raflara yerleştirilmiş olan yarı insan büstü şeklindeki mankenin davacı Ü.'ın velayeti altında bulunan diğer davacı küçük İ.'nın üzerine düşmesi sonucu yaralandığı ve bunun üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda da belirtildiği üzere sözleşme bir süreç olup, bir anda kurulup meydana gelenbir hukuki işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce de taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Bu görüşmelerin başlamasıyla taraflar arasında sözleşme benzeri bir güven ilişkisi, diğer bir deyişle birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni gösterme ve koruma yükümlülükleri doğar. Bu bağlamda, davacılara mağazada satın almak istedikleri eşyaların gösterilmesi isteği ve bu isteğin kabulü, bir icap- kabul niteliğinde olup, hukuksal işlem niteliğinde bir sonuç meydana getirmek amaçlanmaktadır. Bu aşamada davacı küçük İ.'nın vücut bütünlüğüne, davalı veya yardımcıları tarafından verilen bu zararı, davalı sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk uyarınca karşılamalıdır.

Olayın görev yönünden değerlendirilmesine gelince; sözleşmenin taraflarından birinin tüketici, diğerinin satıcı ve uyuşmazlığın da tüketici işlemine ilişkin olmasına göre, taraflar arasındaki uyuşmazlığın 4077 Sayılı Kanun kapsamında kaldığı belirgindir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığı kabul edildiğine göre, davaya bakma görevide Tüketici Mahkemesi'ne aittir.

Usul hukukumuzda mahkemelerin görevine dair düzenlemeler, kamu düzenine ilişkin olmakla, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmelidir. Görevle ilgili hususlarda kazanılmış hak da söz konusu olmaz.

Ayrıca,Tüketici Mahkemeleri'nde yargılamanın görülmesi tüketicinin daha lehinedir. Çünkü, basit yargılama usulü uygulanır ( Mülga 1086 sayılı Hukuk Uusulü Muhakemeleri Kanunu m.507-511 ) ve tüketiciler, tüketici örgütleri ve Bakanlıkça açılacak davalar her türlü harçtan ve resimden muaftır ( TKHK m. 23/3 ). Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler ve varılan sonuç Hukuk Genel Kurulu'nun 01.12.2010 gün ve E:2010/13-593, K:2010/623 sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, açıklanan tüm bu hususlar göz önüne alınıp, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulmak ve davaya bakma görevinin Tüketici Mahkemesi'ne ait olduğunun kabulü ile görevsizliğe karar vermek gerekirken; hatalı tespit ve değerlendirme sonucu görevli olduğuna ilişkin önceki kararda direnilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Direnmekararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı ... Kol. Teks. San. ve Tic. A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı Ü. ve davalı ... Kol. Teks. San. ve Tic. A.Ş.vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olamadığına,istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un440/1.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 13.02.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

Tags: borçlar kanunu | hizmet | internet aboneliği | istanbul tazminat hukukçusu | maddi tazminat avukatı | mal | perpa tazminat avukatı | tazminat avukatı | tazminat hukukçusu | telefon aboleneliği | tüketici | tüketici avukatı | tüketici davaları | tüketici davaları avukatı | tüketici mahkemesi | Yargıtay


e-mail:
info @ kaydulhukuk.com

Telif Hakkı © 2012 Kaydul Hukuk Bürosu. Tüm hakları saklıdır. Bu sitede paylaşılan bilgiler yalnızca bilgilendirme amaçlı olup,
Türkiye Barolar Birliğinin ilgili düzenlemeleri uyarınca reklam, teklif, hukuki öneri veya danışmanlık teşkil etmez.