T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/4-729
K. 2013/163
T. 30.1.2013
ÖZET : Vakıf Üniversitesinin Tıp Fakültesi Hastanesi halka sunduğu sağlık hizmeti bakımından kamu hastanesi niteliğindedir, davalı çalışanı da kamu görevlisidir. Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla doktoru hasım göstererek maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Davacının iddiası, içerikçe davalı doktorun görevi sırasında ve yetkisini kullanırken işlediği bir kusura ve bu kusurun niteliği itibariyle de kamu görevlisinin ihmaline dayanmaktadır. Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Davalı doktor hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; Şişli 3.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne
dair verilen 19.11.2009 gün ve 2006/700 E., 2009/252 K. sayılı kararın
incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk
Dairesinin 09.05.2011 gün ve 2010/4349 E., 2011/5303 K sayılı ilamı ile;
( ... Dava, hatalı tedavi nedeniyle desteğin ölümünden
dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel
mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalı tarafından temyiz
olunmuştur.
Dava, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken,
kusurları sonucu kişilere zarar vermelerinden kaynaklanan ve zarar görenlerin
kamu görevlileri aleyhine açtıkları tazminat davasıdır.
Sorun, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
veya görevlerini yaparken, kişilerin zarar görmesi halinde, zarar görenin kamu
görevlisinin şahsına karşı açtığı davada, kamu görevlisinin hizmet kusurundan
ayrılabilen kişisel kast ve kusurunun araştırılmasına gerek olup olmadığı ve
netice itibariyle davanın esastan mı yoksa husumetten mi reddine veya kabulüne
karar verileceği ve bu konuda yorum yolu ile sonuca ulaşmanın ve uygulama
yapmanın mümkün olup olmadığına ilişkindir.
Bu durumda, kamu görevlisinin görevini yaparken
kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa, hizmetten ayrılabilen
kişisel kusuru mu olacağının tespiti gerekmektedir. Kamu kurumları kamu hizmeti
yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik olduklarından ve bu kişilik maddi
değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu hizmetini bizzat yerine getiremezler.
Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların
kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak, kamu
görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve
hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar
görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur.
Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek
kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu
oluşturur.
Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti
ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve
davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur.
Konunun iyi anlaşılabilmesi için örnek vermek
gerekirse:
Sabahleyin aracı ile kamu hizmetini yapmak için
çalıştığı hastaneye gelen doktorun, aracını park ederken kendisinden önce
tedavi olmak için hastaneye gelmiş olan bir hastanın aracına çarpıp zarar
vermesi halinde bu, doktorun kamu hizmetiyle alakalı olmayan kişisel kusurudur.
Aynı doktorun aracını park ettikten, hastanedeki poliklinik odasına girdikten
sonra görevi olan sağlık hizmeti ile ilgili yaptığı ( teşhis, tedavi ve
ameliyat gibi ) eylemlerde bir kusur olursa bu kusur hizmet kusurudur.
Yukarıda açıklanan sorun konusunda sağlıklı bir sonuca
ulaşmak için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelememiz gerekir.
Anayasanın 129/5.maddesinde; memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken ( görevlerini yaparken ) işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine dava açılabilir.
657 sayılı Devlet Memurları Yasasının ( kişilerin
uğradıkları zararlar başlıklı ) 13.maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi
görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine
getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açarlar.
Borçlar Yasasının ( haksız muamelelerden doğan borçlar
başlıklı ) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut
tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o
zararın tazminine mecburdur.
Anayasanın 129/5.maddesi ile 657 sayılı Devlet
Memurları Yasasının 13.maddesinin Borçlar Yasasının 41/1.maddesi ışığında
yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı
halinde Adli Yargıda dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira:
Borçlar Yasasının 41/1.maddesi genel bir hüküm olup, yine genel olarak esas
almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir.
Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa, o
takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel
prensiplerindendir.
Yukarıda açıklanan Anayasanın 129/5 ile 657 sayılı
Devlet Memurları Yasasının 13.maddesi karşısında Borçlar Yasasının 41/1.maddesi
esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı kamu görevlileri
aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de mümkün değildir.
Anayasa'nın 129/5.maddesiyle 657 sayılı Devlet
Memurları Yasasının 13.maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve
amirdir. Diğer yandan yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe
yürürlüktedir ve mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Yargı,
uygulamaları ve bir kısım sosyal ihtiyaçlar nedeni ile yasaların yetersizliği
veya değiştirilmesi gerektiği düşünce ve kanaatinde olsa dahi, yorum yolu ile
yürürlükteki Anayasa ve yasa maddelerini uygulamayarak atıl bırakamaz. Yorum
yolu ile Anayasa ve Yasalara aykırı uygulama yapamaz ve karar veremez. İhtiyaç
varsa yeni yasal düzenlemeler yapılabilir ve Yasal düzenleme yapma yetki ve
görevi T.B.M.M.ne aittir.
Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat
davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava
açılabileceğinin kabulü gerekir.
... Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde öğretim
üyesi olan ve kamu görevlisi sıfatını taşıyan davalının, hatalı ameliyat eylemi
nedeniyle ölüm olayının meydana geldiği ileri sürülerek tazminat isteminde
bulunulmuştur. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, davanın idari yargı yerinde
ve idareye karşı açılması gerekir. Davalıya husumet yöneltilemez.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, istemin
husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş
olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle
yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının
süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra
gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacı murisinin ölümüyle sonuçlanan tedavi
sürecinde davalı doktorun kusurlu eylemlerinin bulunduğu gerekçesiyle davanın
kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece
yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü
temyize davalı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; husumetin
tespitine ilişkin olup, davacı murisinin geçirdiği ameliyat sonucunda davalı doktorun
kusuruyla öldüğü iddiasıyla talep edilen maddi ve manevi tazminat istemlerinin
husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerekip gerekmediği noktasında
toplanmaktadır.
Öncelikle, 4282 sayılı Kanunla kurulmuş olan bir Vakıf
Üniversitesi olan ... Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışan davalı doktorun
eyleminden sorumluluğuna ilişkin yasal düzenleme, kavram ve kurumlar
irdelenmelidir:
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda Vakıf
Üniversitelerinin kuruluş ve işleyişi düzenlenmiş olup, bu yasa kapsamında dava
dışı ... Üniversitesi 4282 sayılı kanun ile kurulmuştur. Üniversitenin Tıp
Fakültesi Hastanesi halka sunduğu sağlık hizmeti bakımından kamu hastanesi
niteliğindedir davalı çalışanı da kamu görevlisidir.
Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin
düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarında yer almaktadır.
T.C.Anayasasının başlıklı 40.maddesinin Ek fıkrası ( 03/10/2001 - 4709 S.K./16.
md. ) uyarınca; "Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler
sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu
olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır." Hükmünü içermektedir.
İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen başlıklı
125.maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde: "İdarenin her türlü
eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır."; son fıkrasında da
"İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür." şeklindedir.
Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını
düzenleyen 129.maddesinin birinci fıkrasında: Beşinci fıkrasındaki düzenleme
ile de; hükümleri yer almaktadır.
Anayasanın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle
haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu
hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara
uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü
daha yüksek olan devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini
korumaktır.
Bu anayasal hükümlere paralel düzenleme 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun, 12.05.1982 tarih ve 2670 sayılı Kanunun 6. maddesi
ile değişik, 13. maddesinde yer almaktadır. Anılan kanunun değişik, birinci
fıkrasında; hükmü öngörülmüştür.
Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son, 129/5
maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; açıkça ifade
edilmiştir.
Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasanın 129/5
maddesinde yer alan ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem
taşımaktadır ki, bu noktada ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır:
Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama
ve öğretide kabul görmüş tanıma göre; kusur, hukuk düzenince kınanabilen
davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu
iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası;
kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması
olup; bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen
ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.
Yine, öğreti ve uygulamadaki hakim görüşe göre,
sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal ( taksir ) olmak üzere ikiye
ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka aykırı sonucun bilerek
ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle
birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve
gereken özenin gösterilmemesidir. ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.12.2003
gün ve 2003/11-756 E., 2003/743 K. sayılı ilamı ).
İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde olaya bakıldığında
ise, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak
yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği
taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak
idare aleyhine açılabileceği bilinen ilkelerindendir ( Danıştay 10.Daire
20.04.1989 gün ve 1988/1042 E.; 1989/857 K. sayılı ilamı ).
Yeri gelmişken ve kavramlarıyla amaçlanın ne olduğu
üzerinde durulmalıdır:
Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da, zararın,
memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından ve gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Şu halde , ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (
görevsel ) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi ( kamu yetkisi ) yerine
getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmuş olmalıdır.
Memur ve diğer resmi görevlilerinin kamu görevlisi
sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre
özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya
kendileri sorumludur ( Eren F., Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, Beta, 10. Bası,
s. 590 vd. ).
Öte yandan, kamu görevlisinin, hizmet içinde veya
hizmetle ilgili olmak üzere tutum ve davranışının suç oluşturması ya da hizmeti
yürütürken ağır kusur işlemesi veya düşmanlık, siyasal kin gibi kötü niyetle
bir kişiye zarar vermesi halinde dahi bu durum, aynı zamanda yönetimin gözetim
ve iyi eleman seçme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle hizmet kusuru da
sayılmalı ve bu nedenle açılacak dava idareye yöneltilmelidir.
Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin
uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev
arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum
var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine
bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak
ortaya çıkmakta ve bu husus, 657 sayılı Yasanın 13üncü maddesindeki ibaresinde
ifadesini bulmaktadır.
Diğer taraftan, Anayasanın 129/5 maddesinde şartından
bahsedildiğine göre yetkisini kullanan memurun veya kamu görevlisinin işlediği
eylemin kasten mi yoksa ihmalen mi gerçekleştirdiğine bakılmaksızın bu
eylemlerinden doğan davaların ancak idare aleyhine açılması gerektiğinin kabulü
zorunludur.
Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında dikkatsizlik ve tedbirsizliği
nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla doktoru hasım göstererek
eldeki tazminat davasını açmıştır.
Davacının bu iddiası, içerikçe davalı doktorun görevi
sırasında ve yetkisini kullanırken işlediği bir kusura ve bu kusurun niteliği
itibariyle de kamu görevlisinin ihmaline dayanmaktadır.
Hal böyle olunca, davalının görevi dışında kalan
kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa
eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise, dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalı
doktor hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi gerekirken
esasının incelenmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel
Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile
direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden
dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanununa eklenen atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin
harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/1 maddesi uyarınca
tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
30.01.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
< Önceki | Sonraki > |
---|