(Danıştay 14. Dairesinin
T. 28.2.2013, E. 2011/14794-K. 2013/1444 sayılı kararının gerekçe kısmıdır)
Anayasa'nın ''Mülkiyet Hakkı'' başlıklı
35. maddesinde; ''Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.'' ''Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma''
başlıklı 90. maddesinin 5. fıkrasında ise; ''Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.'' hükmüne yer verilmiştir.
19.03.1954 günlü Resmi Gazete'de
yayımlanan 6366 sayılı Kanun ile Türkiye tarafından da kabul edilen Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol'ün ''Mülkiyetin Korunması'' başlıklı 1.
maddesinde; ''Her gerçek ve
tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun
bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun
olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya
para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.'' hükmü yer
almaktadır.
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32.
maddesinde ise; ''Bu Kanun
hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan
yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece
tespiti, fenni mesulce ( ... ) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu
duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat
durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Durdurma,
yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş
sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren
en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya
ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat
alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür,
belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi
takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina,
belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya
valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.''
hükmüne yer verilmiştir.
Düzenleyici işlem niteliğindeki imar
planlarının, idarece kaldırılması veya değiştirilmesi durumunda, bu planların
yürürlükte oldukları süre içerisinde ve bu planlara dayalı olarak tesis edilen
bireysel işlemlerin kişiler bakımından sübjektif nitelikte kazanılmış hak
doğuracağı tabiidir. İdari işlemlerin geriye yürümeyeceğine ilişkin idare
hukuku ilkesi ile bu gibi durumlarda kazanılmış hakların korunması ve idari
istikrarın sağlanması amaçlanmıştır. Ancak bu şekilde bir kazanılmış hakkın var
olduğu hallerde idari işlemin ve dayanağı olan düzenleyici işlemin hukuka uygun
olduğu konusunda bir tartışma da mevcut değildir.
Tartışma; idari işlemin dayanağı olan düzenleyici işlemin yargı yerince
iptal edilmiş olması halinde ortaya çıkmaktadır. Zira bu durumda iptal davasına
konu işlemin hukuka aykırılığı tespit edilerek iptal edilmesi sonucunda, işlem
tesis edildiği tarih itibariyle hiç var olmamış gibi bütün sonuçlarıyla ortadan
kalkmaktadır.
Yargı yerince iptal
edilen plana dayalı olarak verilmiş olan inşaat ruhsatının idarece iptal
edilmesi veya söz konusu ruhsatla ilgili olarak açılmış bir davanın mevcut
olması halinde; her ne kadar ruhsat işlemi tesis edildiği tarihte plana uygun
ise de, hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin olarak verilen iptal kararı
nedeniyle imar planı tesis tarihi itibariyle yürürlükten kalkacağından inşaat
ruhsatının da hukuki dayanağı kalmayacağı ve iptali gerekeceği gibi, ruhsatsız
konuma düşen yapının da yıkılması gerekmektedir.
Aksi görüş; yargı yerince hukuka
aykırılığı tespit edilerek iptal edilen ve tesis edildiği tarih itibarıyla
yürürlükten kalkan bir düzenleyici işleme dayanılarak tesis edilmiş ve dava
konusu da edilmiş bir işleme rağmen ileriye yönelik bir kazanılmış hakkın
tanınması sonucunu doğurur ki, bu durumun kısaca tüm işlem ve eylemlerinin
hukuka uygun olduğu devlet biçimi olarak tanımlayabileceğimiz Hukuk Devleti
ilkesiyle bağdaşmayacağı aşikardır.
Nitekim; iptal edilen düzenleyici normlara
göre kazanılmış hakların korunması amacına yönelik olarak Anayasa'nın 153.
maddesi ile getirilen "iptal kararları geriye yürümez" hükmüne
rağmen, yargı yerlerinde görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesince iptal
edilen hükümler dikkate alınarak çözümlenmesinin Hukuk Devleti ilkesine uygun
olmadığı içtihatlarla benimsenmiştir.
Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesi ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
kararları bağlayıcı olmakta, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun 53.
maddesinin ''ı'' bendi ile, mahkeme kararlarının, İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle
verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit
edilmiş olması durumu ''Yargılamanın yenilenmesi'' sebebi olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle yargı mercilerince, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından
verilen kararların, mevcut olaylara uygulanması açısından değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Bu bağlamda; Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi; kıyıda yer alan taşınmazın bir şekilde özel mülkiyet konusu
yapılarak tapuya kişi adına kaydedilmesinin ardından açılan tapu iptali
davasından sonra, taşınmazın, sahibine tazminat ödenmeksizin hazine adına kaydedilmesi
üzerine açılan davada; malın değeriyle ilintili olarak makul bir miktarı
ödemeden mülkiyet hakkından mahrum bırakılmanın aşırı bir ihlal olacağını ve
hiçbir kamulaştırma yapılmamasının ne Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesi
alanında ne de özel koşullarda haklı gösterilemeyeceğini ortaya koyan daha önce
verdikleri bir karardan bahisle ( Bkz. Nastou-Yunanistan ( no:2 ), no:
16163/02, § 33, 15 Temmuz 2005, Jahn ve diğerleri-Almanya, no: 46720/99,
72203/01 ve 72552/01, § 111, 2005-..., ve 9 Aralık 1994 tarihli Manastır
Azizleri-Yunanistan kararı, A serisi no: 301-A, s. 35, § 71 ) sonuç olarak, başvuranlara tazminat ödenmediği durumda, mülkiyetin
korunması ve kamu yararı gereklilikleri arasında kurulması gereken adil
dengenin başvuranlar aleyhine bozulduğu yönünde karar vermiştir (
N.A. ve Diğerleri, Başvuru No:37451/97, 11.10.2005 ).
Yine; tapu siciline güvenerek taşınmazı
satın alan iyi niyetli kişinin, daha sonra taşınmazın, ruhsatsız olduğundan ve
mutlak koruma alanında bulunması nedeniyle ruhsata bağlanma imkanı da
bulunmadığından davacıya bir bedel ödenmeksizin idare tarafından yıkılması
üzerine açılan davada ise AİHM; söz konusu müdahalenin başvuranın ve genel
olarak toplumun çıkarları arasında adil bir denge kurup kurmadığının çözüme
kavuşturulması gerektiği, iç hukuk kapsamındaki tazminat hakkının, itiraz
edilen tedbirin gerekli adil denge unsuruna riayet edip etmediği ve başvuran
üzerine orantısız bir yük yükleyip yüklemediği hususlarının değerlendirmede
esas teşkil ettiğini, AİHM'in bu hususta daha önce, mülkün değeriyle makul
surette orantılı bir tazminat ödenmeksizin mülkten mahrum bırakmanın, normal
koşullar altında orantısız bir müdahale teşkil edeceğine ve tazminat
ödenmemesinin yalnızca istisnai koşullar altında 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesi
bağlamında haklı görülebileceğine dair karar verdiğini belirterek ( bkz. N.A.
ve Diğerleri/Türkiye, no. 37451/97, 41. paragraf, AİHM 2005-X;
Nastou/Yunanistan ( no. 2 ), no. 16163/02, 33. paragraf, 15 Temmuz 2005; Jahn
ve Diğerleri/Almanya [BD], no. 46720/99, 72203/01 ve 72552/01, 111. paragraf,
AİHM 2005-VI ) idare mahkemelerinin Ankara İl İdare Kurulu'nun yıkım emrini
onayladığı göz önüne alındığında başvuranın, mülkünden mahrum bırakılmasına
karşılık tazminat alma hususunda gerçekçi bir başarı ihtimalinin bulunmadığını,
bu nedenle, başvuranın evini kaybetmesine karşılık tazminat almasını sağlayacak
bir iç hukuk yolunun olmamasının, mülkiyet hakkından tam olarak yararlanmasını
engellediğini, bu bağlamda, iç hukukta Devlet'in tapu kayıtlarından kaynaklanan
herhangi bir zarardan sorumlu olduğunun öngörülmesine rağmen, Hükümet'in, söz
konusu mahrum bırakma karşılığı tazminat ödenmemesini haklı gösteren istisnai
koşullar dile getirmediğini, sonuç olarak, kendisine tapu vererek evinin yasal
sahibi olduğunu kabul eden ulusal makamların, başvuranın evinin yıkılması
sonucu uğradığı zarardan otomatik olarak sorumlu olduğunu, yukarıda
kaydedilenler ışığında AİHM'in, başvurana tazminat ödenmemesinin, mülkiyetin
korunması ve kamu yararı gerekleri arasında kurulması gereken adil dengenin
başvuranın zararına olacak şekilde bozulmasına yol açtığı kanaatinde ( bkz.
N.A. ve Diğerleri, 42. paragraf ) olduğundan bahisle, olayda 1 No'lu
Protokol'ün 1. maddesi ihlal edildiği yönünde karar vermiştir ( Yıldırı -
Türkiye, Başvuru No:21482/03, 24.11.2009 ).
Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin ve AİHM
kararlarının birlikte değerlendirilmesinden; sağlıklı ve dengeli bir çevrenin
oluşturulması bakımından, yürürlükte bulunan plan hükümlerine aykırı olarak
inşa edilen yapıların, yapının inşa edildiği tarihte yürürlükte bulunan plana
ve ruhsata uygun olarak inşa edilse dahi, bu planın hukuka ve mevzuata aykırı
olduğu tespit edilerek yargı merciince iptal edilmesi durumunda kazanılmış
hakkın bulunmaması nedeniyle yıkılması gerekmektedir.
Ancak; yıkım işlemi tesis edilmeden önce, hukuka
aykırı bir şekilde plan oluşturan ve bu plana göre ruhsat veren idarenin
kusurlu davranışı nedeniyle, iyi niyetli kişilere yıkıma konu taşınmaz
bedelinin ödenmesi gerekmektedir.
< Önceki | Sonraki > |
---|